Babadan Oğula
Türkiye’deki aile firmaları nesil değişiminin dönüm noktasında ölümcül bir meydan okuma ile yüzleşiyor. %70’i global firmaların fırtınalı dalgaları tarafından yutularak yok olacak.
Bir şirketin fiziksel anlamda; binasını, insanlarını, makinalarını gelecek nesle aktarmak yeterli değil. Bunların da ötesinde, şirketi hayata geçirmiş olan, esas girişimci düş’ü aktarmalıyız.
Homeros’un Odesa destanında belirtildiği üzere eski zamanlarda Messina Boğaz’ını koruyan, Tiren Denizi’nden İyon Denizi’ne uzanan geçitteki suyu yutan ve bu şekilde girdaplara, sayısız deniz kazasına ve çok sayıda talihsiz denizcinin kaybına sebep olan iki korkunç dev olarak bilinen Scylla ve Charybdis ile ilgili bir efsane vardır. Modern dönemde ise, hala firmalarının lideri olup asalarını devretmeyi düşünen altmış yaşının üstündeki firma sahibine ve kurucuya korku veren başka bir geçit var. Bu; aile şirketinin sorumluluğunun babadan oğula geçişini temsil eden, nesil değişikliği geçididir. Bu geçitte tek aile sahipli şirketlerin %70’i global iş dünyasının fırtınalı dalgaları tarafından parçalanmış ve yutulmuştur. Dünyadaki şirketlerin yaklaşık %75’i aile şirketidir-ABD’de bu oran %95’ten fazladır ve aile şirketleri gayri safi milli harcamaların %90’ını oluşturmaktadır. Aileler tarafından kontrol edilen şirketlerin işlerinin azalması veya ticari faaliyetlerinin bitmesi; fikirlerin, kaynakların ve vasıflı insanların geniş çapta kaybı açısından bakıldığında toplumsal ve insani sonuçları ile, dünyanın zenginliğinde ciddi zararlar yaratabilecek boyutta kritik bir durum teşkil etmektedir.
Dünyanın neresinde olursa olsun, bir aile şirketinin, ülkenin ulusal ekonomisinin en önemli ama aynı zamanda en savunmasız bir iş kolu olduğunu söyleyebiliriz. Italya’da her yıl 20.000 aile şirketi yok olmaktadır. Türkiye’de ise küçük/orta ölçekli aile şirketlerinin toplam sayısı sürekli büyüme halinde olsa da ömürleri uzun olmuyor. Yeni kurulan bu şirketlerin %40’ı ilk beş yılda faaliyetlerini durduruyor, diğer % 60’ı 5 yıldan uzun yaşayan şirketler olsa da, ya sahiplerini değiştiriyor ya da nesil değişimini erteliyor. Bir şirketin yaşam süresi, dünyada ortalama 15 yılın altında iken, sadece dev kuruluşlar 40 veya 50 yaşına erişebiliyor. Yüzyıllık şirketler ise dünyada oldukça nadir olarak bulunmaktadır. Ailelerin uzun ömürlülüğe ve gelecek pek çok nesil için şirketlerini sahipleri olarak devam ettirmeye dair bir düşü var, Türkiye’de doğum gününde 100 tane mum üfleyebilen aile şirketi sayısı 18’i geçmemiştir. Ve sadece bir tanesi, 1777’de kurulmuş olan Hacı Bekir Lokumları, hala güçlü ve sağlam olarak işletmesini devam ettiren en eski aile şirketidir. Pek çoğu için ayakta kalma stratejisi, daha büyük iş hacminin ve faaliyetlerinin genişlemesinin ömürlerini uzatacağına inanarak, büyümek olmuştur. Bazıları ise global kriz hala devam ederken ve globalleşmenin farkındalığı artarken, uluslararası bir şirket konumuna gelmeyi düşünerek yabancı menşeili büyük firmaları satın almak için yurtdışına bakmaya başlamıştır. Bu stratejinin ileriki yıllarda yükseliş trendi göstermesi beklenmektedir.
Girişimcilik Düşü
Bir şirketin görünebilen her şeyi bir düşten doğmuştur: görebildiğimiz ve dokunabildiğimiz her şey, kurucunun girişimcilik düşünün materyalleşmiş halidir. Bir şirketin en yüzeysel ve en genel vizyonunun ötesinde, fabrikalarının ve ofislerinin, hangarlarının ve makinalarının, çalışan ordularının, personelin ve yöneticilerin ötesinde, o kuruluşun organlarının her yerinde onları yaratan diyapazonun vuruşunun tınısını hala duyabilirsiniz, bu öyle bir akorttur ki; kurumun bütün hücrelerini sarar ve hepsinin birlik ve ahenk içinde titeşmesini sağlar. Profesörler ve alimler, şirket danışmanları ve uzman araştırma enstitüleri, hukukçular ve sosyologlar, profesyonel muhasebeciler ve psikologlar, nesil değişimi konusunu mümkün olan her noktadan araştırıyorlar ancak ne var ki; hala kuruluşun en derin köklerinin uzandığı yerde yani görünmeyen tarafta yer alan, kuruluşun esas “varoluş sebebi” ( raison d’etre ), ulaşabildiklerinin çok ötesindedir.
Başarı her zaman bir devrimdir
Bu nedenle, başarılı bir nesil değişimi için şirketi maddi anlamda aktarmak yeterli değildir. Tüm bunların da öncesinde yeni nesle aktarılması gereken en önemli şey: şirketi hayata geçirmiş olan ‘girişimcilik düşü’dür. Kuruluş için ve bu kuruluşun bir parçası olan herkes için paylaşılacak olan sevgiyi ve tüm kuruluşa karşı sınırsız adanmışlığın aktarılması gerekmektedir. Aile şirketine liderlik etmenin sorumluluğunu omuzlarında taşımak zorunda olan gençler, bir kişinin aile şirketinin sadece mirasını devralamayacağını ama aynı zamanda şirketi yeniden icat etmesi gerektiğinin farkında olmalıdır. Genç kurumsal bir lider; sadece şirketin başlangıçtaki esas işini icra etmekle kalmamalı, aynı zamanda kurucusunun girişimcilik düşünü de geliştirmeli ve büyütmelidir. Başarının her zaman bir devrim olduğunu bilir, bunun için başkaldırıcı ve bağımsız bir düşünür olması, alt üst edici bir akla sahip olması gerektiğini bilir. Bunu yapabilmek için öncelikle kendisinin vizyon sahibi olup pragmatik bir düşleyen haline gelmesi gerekir. Bu ise altıncı duyu olan sezgiyi, ve yedinci duyu olan düşlemeyi kendisinde geliştirmesi demektir. Daha en erken yaşlarında, organizasyonların yaşayan canlılar olduğunu, atar ve toplar damarları olduğunu ve bu damarlarda akan değerli bir madde, bir lenf olduğunu fark etmelidirler, liderin gerçek görevi bu yaşayan sistemi beslemek ve zenginleştirmektir. Bu, organizasyonuna zenginlik, ailesine bolluk ve uzun ömür garanti edecektir.
Kral ülkedir ve ülke kraldır.
Bir organizasyonel piramit ayrılmaz bir şekilde liderinin nefesine bağlıdır. Tıpkı eski zamanlardaki krallarda olduğu gibi, altın bir iplik, kendi görüntüsünü ve kişisel kaderini organizasyonuna ve kişilerine bağlar. Kral ülkedir ve ülke kraldır. Eski zamanlardaki medeniyetlerden modern iş dünyası imparatorluklarına kadar yüzyıllar boyunca süren çok katı kurallar vardı. Kral hasta ise, ülke de hasta olurdu. Bu yüzden, neden bu kadar çok sayıda şirketin gençken yok olduğunu veya yıllarca başarılı bir şekilde aktif olmuş şirketlerin özellikle nesil değişimi esnasında neden ortadan kalktığını açıklamaya çalıştığımızda, bir kurumun, bir aile servetinin, yıllar boyunca bir organizasyonun başardıklarının ve yıllarca verilen emek ve akıllı yönetimin kaderinin, kurumun liderinin nefesine bağlı olduğunu hatırlatmamız gerekir. Bir insan farkı yaratır. Düş öldüğünde ve eksik liderlerin projeksiyonu haline geldiğinde, organizasyon ortadan kaybolur. Bütün uluslar ve medeniyetler dahi liderlerinin bütünlüğüne ve kurucularının-yaratıcılarının kusursuzluğuna göre yaşar veya ölürler, fakirleşirler veya zenginleşirler, gelişirler veya esarete mahkum olurlar.
Müthiş Ayrım
İki insan türünü birbirinden ayıran bir bariyer vardır: Kurumsal liderler ve girişimciler bir taraftadır ve ofis işleri ile ilgilenen çalışanların oluşturduğu geniş bir çalışan denizi de diğer taraftadır. Müthiş bir ayrım, bir nevi sınır. Buna korku denir. Bir girişimci; hayatında bir şekilde, bir dönemde, en iyi yapabileceği şekilde korku ile yüzleşmeye ve ondan kurtulmaya karar vermiş bir bireydir. Korku bir hayalettir. Korkularımızın hemen hepsi hayal ürünüdür. Sağlıklı ve gerçek bir korku sahibi olmak çoğunlukla imkansızdır. Bir insan, sanal olan korkunun insanlığın yaşamını yönettiğini fark ettiğinde ve kendisi bir daha bu korku tarafından yönetilmemeye karar verdiğinde, liderlik ve koyunluk arasındaki sınırı geçiyor demektir.
Girişimci
Bir girişimci, esas itibarı ile statükosunda değişiklik yapmak ve varolan gerçekliğini değiştirmek adına, bozulan planları ve artık fayda getirmeyen eski dengeleri altüst ederek kendine göre daha kazançlı ve avantajlı dengeler ve gerçeklikler yaratabilmek için kaynaklarını ve itibarını tehlikeye atmaktan çekinmeyen bir isyancıdır. Başka insanları bir araya getirmek, onların sorumluluğunu almak, onlara kendi düşünü aktarmak girişimcilik özellikleri olarak belirtilebilinir, ancak gerçekte bunlar bir insanın, insani sorumluluğunun en üst basamaklarına erişmesini ve bir lider olmasını sağlayan önemli psikolojik niteliklerdir ve dolayısıyla gerçekte bunlar Oluş’un vasfıdır.
Görünürdeki kazanç arayışının ve bundan bir para yaratma isteğinin arkasında kendi bilgisinin de ötesinde, bir girişimci; evrimsel bir projenin hizmetindedir. O bilir ki; çalışanlarına sahip çıkmak, onlara hizmet vermek ve onları sevmek bir liderin görevidir. Onların gelişimi onun başarısıdır. Bir iş günü sonunda her birey ofisten veya gelişen fabrikadan kendisini geliştirmiş olarak çıkmalıdır ve organizasyonundaki en uzak hücre bile daha hızlı gelişmeye ve yükselmeye yönelik olmalıdır. Onun hayatı adanmıştır ve bağlılığı topyekündür. Onun insani ve finansal kaderi organizasyonuna ve çalışanlarının kaderine bağlıdır. Eski zamanlardaki gemilerin kaptanı gibi ya gemisini limana geri getirecektir ya da gemisi ile beraber batacaktır.
Sorumluluktan Kaçış
“Baba ben doktor olmak istiyorum…Çellist olup konserler vermek istiyorum…Svaziland’daki Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’na katılmak istiyorum.” Bu, pek çok girişimci- babanın, aile şirketinin gelecekteki liderinin, varis olarak tayin etme döneminde, bu taleplerden bir tanesi ile geldiğinde, yüzleştiği bir ikilemdir. Bir baba, çocuğuna kendi gerçek düşünü takip etmesi için izin verme isteği ile; aile şirketinin devamını sağlayıp, girişimci düşünü devam ettirebilecek bir evlat isteyen ısrarcı talebi arasında kendisini parçalanmış hisseder.
Peki bu durumda, Ne yapmalıdır? Gitmesine izin mi vermelidir yoksa kalmasını mı zorlamalıdır? Bu durumda izlenen bir kriter, kabul edilecek bir standart var mıdır? Evet burada baba-girişimcinin kendi kendine sorması ve cevap verebilecek olması gereken önemli bir soru vardır: bu çocuğun gerçek tutkusu mu, onu bir mesleğe, müziğe veya bir yardım kuruluşu gayesine doğru teşvik eden derin bir istek mi? Özellikle, bunun için mi dünyaya gelmiş? Eğer böyleyse, çocuğun istediği ve sevdiği şeyi yapmasına izin verin. Fakat eğer bu aileye ve şirkete karşı olan sorumlulukların ağırlığından kaçmak için bir oluşturduğu bir strateji ise, çözüm, sorumluluğun iç kaslarını çalıştırmaya yardımcı olmaktır.
Bin yaşında olan ve tarihinde bu problemle defalarca kez karşılaşmış olan çok ünlü bir aile şirketi var : Windsor Ailesi. Wallace Simpson ile evlenebilmek için İngiltere tahtından feragat eden Prens Edward’ın hikayesi çok meşhurdur. ( King’s Speech filmini görmüş olanlarınız hatırlayacaktır. ) Son yüzyılın en romantik aşk hikayesi olarak tanımlanan şey, gerçekte sorumluluktan hüzünlü bir kaçıştır. İngiltere’nin gelecek kralı olarak, dolayısı ile Anglikan Kilisesi’nin de başı olarak, boşanmış bir kadınla evlenmemesi kuralına karşı hatta iki kez boşanmış olan bir kadını seçmiş olmakla kalmayıp, Roma Katolik Kilisesi inancında olan bir Amerikan vatandaşını seçmiştir. Dünyada başka hiçbir kadın, onun üzerinden İngiltere Kralı olma sorumluluğunu alarak onu güvenli tarafa yerleştiremezdi.
FIATörneği
Bazen sorumluluktan kaçmak daha dramatik olaylara yol açabilir. FIAT’taki nesil değişimi , sanayi imparatoru Agnelli ailesi, son yıllarda varislerinin, baba yadigarı fikirlerin, servetin ve kişilerin mirasını üstlerine alma konusundaki hazırlıksızlıklarının etkilerine dair trajik bir delil olmuştur.
Umberto Agnelli’nin oğlu olan ve Fiat’a yeni yüzyılda liderlik yapmak üzere seçilmiş olan Giovannio hastalığa giden yolu seçmiş ve 33 yaşında en nadir bulunan ve çaresiz kanser çeşidi ile darbe alarak yıkılmıştır.
Mutsuz ve zayıf bir insan olan 2.oğul Eduardo’nun durumunda ise, en güçlü İtalyan Hanedanlığı’nın tahtı onu alt üst etti ve 46 yaşında intiharı seçti.
Lapo, 3.oğul, geçici olarak Fiat’ın pazarlama yöneticisi olarak atandı, fakat gerçekte ailenin şımarık çocuğudur, başarısını imkansız hale getirmek için uyuşturucuyu ve sefahat hayatını seçmiştir. Beş yıl once 28 yaşında, ölüm ile yaşam arasında bir noktada iken transeksüellerle yaptığı bir partide aşırı dozda kokain alımı sebebiyle Turin’deki bir hastaneye getirilmişti.
Önce Kral Ol, Krallık Arkasından Gelecektir.
Eğer kendi üstünüzde ciddi şekilde çalışarak düşünceleriniz ve heyecanlarınızın bilgisi ışığında cömertlik vasıflarını, bir kralın mükemmelliğinin vizyonunu ve algısını kendi içinize inşa etmişseniz, krallık gelecektir. Fakat bir krallığı yönetecek kapasiteye sahip olmadan bir krallık sahibi olmaktan daha yıkıcı hiçbir şey olamaz. Büyük bir olasılıkla kimse, bu talihsiz gençliğe, bağlılığın, adanmışlığın güzelliğini, sorumluluk almanın diğer tarafını göstermedi. Hiç kimse onlara sorumluluklarında parallel bir büyüme olmadan mutluluğun var olamayacağını anlatmadı ve kuşkusuz hiçbir okul, hiçbir mentor onlara Düş’ün en gerçek şey olduğunu ve iş dünyasının “Düşleme Sanatı” olduğunu öğretmedi.