Kendini Özünde Sev
Sıradan bir insan yalnızca görünürde kendisini sever, ve yalnızca görünürde sağlıklı, varlıklı, ve esenlik içinde olmayı diler. Eğer kendi öz benliğini gözlemleyebilse ve kendini tanıyabilseydi, olumsuz düşünce ve kaygılarıyla bestelenen içindeki daimi, inleyen nağmeleri duyabilir, ihtimal dahilinde olsun ya da olmasın, korkunç olayların beklentisi içinde kendi talihsizliğine duacı bir kimsenin verdiği resitali dinleyebilirdi.
Kendi kendini baltalamak
Dreamer’dan öğrendiğim bir çok şey arasında, ‘Tanrılar Okulu’ kitabımda da anlattığım en hayret uyandıran konulardan biri, sıradan insanın içinde yaşattığı, kendi kendine zarar veren bir tutum, kendi yıkımına ve sonunda da ortadan yok oluşuna karşı duyulan karşı konulmaz bir istek olarak kendini açığa vuran, gölgede kalmış ikincil bir tabiatın gün yüzüne çıkarılmasıdır. Dreamer bunu kendi kendini baltalamak olarak adlandırıyordu. Resmi bilimsel kaynaklar tarafından olayın dünya üzerindeki uzantısı henüz anlaşılamamış olsa dahi, bu durum, eski insanlığa hakim olan psikolojik belirleyici özellik olarak ele alınabilir. Kendi kendini baltalamak, çoğu insanda suçluluk hissi ve daimi bir başarısızlık ve kararsızlık duygusu şeklinde kendini belli eden parçalanmış bir psikolojinin neticesinde gerçekleşir; insan kendi içinde seslendirdiği hüzünlü ezginin, ard arda süzülen olumsuz tasavvurlarının ve hiç durmaksızın içinde yankılanan yıkıcı düşüncelerinin kurbanı haline gelir. İnsanlar çok sık ve çok uzun süreler boyunca kendilerinin dışında yaşıyorlar; dış dünya ile özdeşleşerek kendilerini kaybediyor ve böylelikle içlerindeki gerçek kısıma olan uzaklığı gittikçe büyütüyorlar. Hissettiğiniz o derin keder, dünyanın sizin dışınızda sanki farklı bir gerçeklik olduğu tasavvuru ile hipnotize olduğunuzun en güvenilir kanıtıdır.
Bunun sonucunda sıradan bir insan içten içe, ölümünün tüm dertlerinin çözümü olacağı düşüncesi içinde bilinçsizce fiziksel ayrılış sürecini hızlandırır. Homo Sapiens ( modern, akıllı insan ), kendi yok oluşunu gerçekleştirecek korkunç seçenekler listesini uyuşturucu, sigara, sağlıksız yiyecek tüketimi ve benzeri alışkanlılarla oluşturarak kendisini intihara teşebbüs eden bir tür seviyesine indirgedi. Sergiledikleri bu ölüm projesine karşı çıkıp onları durdurmaya kalkışırsak eğer, bizleri kurtarıcı veya yardımsever olarak görmeyeceklerdir. Tam tersine, bu tarz bir girişim, onları ölümcül bir düşman haline getirecek ve sonunda sadece kendi kendilerini baltalama eylemlerini geciktirmeye yarayacaktır.’ Tanrılar Okulu, Sinedie,2010
Kendini Sev
Çözüm: kendinizi içinizde, hiç durmaksızın sevmeniz. Bunun anlamı varlığınızın en gerçek bölümü ile sürekli temas halinde olmanızdır. Bunun anlamı bir çeşit zafer, zerafet ve anlayış haline erişmeniz, onu yaşamanızdır. Bu; saf, masum olma halidir. Masumiyet ( innocence ) kelimesinin kökeni Latince’de ‘zarar vermeyen’ ( non-nocere = not-to hurt ) anlamına gelen ‘innocent’ kelimesinden gelir. Böylelikle ‘masum’ ( innocent ) kelimesi gerçek anlamında, kendisine zarar vermeyen, kendisini dünyanın en sevilen uğraşı haline gelmiş olan kendi kendini baltalama eylemine adamamış bir insanın niteliklerini betimler.
Görünen o ki, hazırlıksız insanlar için kendini özünde sevmek, diğer tüm sıradan insanların içinde yaşadığı kaygı ve daimi kargaşa durumuna kıyasla hiçbir şeyin ve heyecanın olmadığı can sıkıcı bir durumdur. Ancak, içinde kendisine karşı berrak ve net bir sevgi besleyen bir insan için herşey tam zamanında gerçekleşmektedir ve hatta dünyanın bu karmaşası – herşeyin görünürdeki isyankar ve birlik oluşturmaktan kaçınan o anarşik hali – bile onun gözünde daha yüksek bir bütünlük seviyesine doğru ilerleyen bir birleşme hareketi olarak belirir.
Kendine zarar vermekten vazgeç
Pek çok insan dünyanın olduğu hali ile düzgün işlemediğine ve kendi müdahaleleri olmadan yoluna devam edemeyeceğine inandığından, diğerlerinin sorunlarını çözebilecekleri, rahatsızlıklarını iyileştirebilecekleri düşüncesiyle çözüm üretmeye çabalarlar. Kendi kibirleridir, iyileştirici ve diğerlerine yardıma hazır olduklarına kendilerini inandıran. Ancak gerçekte, kendi özünde yatan yalanı bozguna uğratmayan, içinde sürüp giden o kendi kendini baltalama eyleminin bilincinde olmayan bir kişi, kimse için hiç birşey yapamaz. Onların bu kibirli halleri, kendilerinin iyileşmiş ve başkalarına yardım etmeye hazır olduklarına inanmalarına sebep olur. Dünyaya yardım etmek için yapabileceğiniz tek şey, kendi kabusunuzdan uyanarak kendi kendinize zarar vermekten vazgeçmenizdir. Sırf kendimizi bir gün aynı durumda bulacağımızın bilinçsiz korkusuna ve o durumdayken yardım bulabileceğimiz ümidine sahip olduğumuz için, kendimizi bir dilenciye ya da ihtiyaç içinde bir kimseye yardım etmeye mecbur hissederiz. Oysa bu ihtimal karşısında kapıldığınız korku hissi ile birlikte o ihtimalin gerçekleşmesini sağlayacak şartları da hazırlamaya başlıyorsunuz. Yardım elini uzattığınız anda aslında kendinizi onun paçavralarına sarmalamış ve onun yerinde dilenir hale getirmiş oluyorsunuz. Kendinize: ‘Ben asla böyle bir ihtiyaç içinde olmayacağım’ derken böyle bir düşüncenin sadece aklınızdan geçmesi dahi sizi o pozisyona çoktan yerleştirmiş oluyor.
Yardımseverliğin ardındaki sis perdesi
Insanların suçluluk duyguları üzerinden geçinen kuruluşların desteklediği her türlü bağış faaliyetleri ile cömertlik ve fedekarlık ardına gizlenmiş olan sahteliğe gözlerimizi açalım. Bunlar, sadece kendilerini idame ettirmek amacıyla varolan insancıl kuruluşlardır. Kendilerini idare etmeyi bile güç bela başarabilen bu kuruluşlar, israf ederek hesapsızca harcadıkları gelirlerin sağlanması ve kaynakların biraraya getirilmesi konularında uzmanlaşmışlardır. Her çeşit yardımsever faaliyeti sarmalayan sis perdesini kaldırdığınızda kadınların oy kullanma hakkını savunanların ardında, fakirlere yardım sağlayan ordunun ( salvation army ) ardında, sürdürülen tıbbi ve ilaç yardımlarının, yiyecek dağıtımlarının ardında insanlığa karşı oluşmuş en gaddar organize suçların ve en kötü faaliyetlerin saklandığını keşfedebilirsiniz. Gerçekte yardım etmek, sonu gelmeyen bir kısır döngü içinde yardıma olan ihtiyacı yeniden doğurur. Her gün, hayırseverler, fedakarlar ve insancıl kişilerden oluşan bu ordu büyümekte ve böylece mücadele ettiklerini iddia ettikleri tüm kötülükler daha çok yayılarak şiddetini arttırmaktadır. Yoksulluk ve açlık hiç bu kadar geniş ve yaygın olmamıştı. Bu insanlar, sadece sonuçlar ile ilgilenip nedenlerin üzerine eğilmeyerek, ceplerini değilse bile kendilerini ve kibirlerini doyuruyorlar. Yoksulluk zihinsel bir hastalıktır. Ölüm yalnızca kalbimizde var olabilir. Bunun farkına varabilirsek eğer, tüm yardımseverlik anlayışını kökünden değiştirebiliriz. Yoksulluğu refaha, zorlukları daha gelişmiş bir anlayışa dönüştürecek olan şey sadece Düş’tür. Düşleyen bir insan, bir kuruluş ya da bir ülke fakir olamaz. Yalanı ve kendi kendini baltalama eğlimini içinde alt eden bir kimsenin, kendini özünde seven bir kişinin, dışarıdan gelecek herhangi bir yardım arayışında olmasına gerek yoktur. O, çözümün kendisidir ve hem kendisi hem de tüm dünya için yapmanın gücüne sahiptir.
Dünyanın sizin değişiminize ihtiyacı var
Böyle bir farkındalıkla ne kadar çok duygusal kirliliğin ve bayağılığın ortadan kaldırıldığını bir düşünün. Suçluluk, mağduriyet bilinci ve diğerlerine duyulan sahte sevgi, sahte cömertlik üzerine kurulmuş olan tüm yardımsever, insani kuruluşlarla birlikte bir anda ortadan siliniyor. Dünyanın sizin yardımınıza ihtiyacı yok, ancak ciddi bir biçimde sizin değişiminize ihtiyacı var. Bunun bizi kuşkucu ve zalim yaptığını mı düşünüyorsunuz? Özünde kendisini seven bir insan, diğerlerine karşı şüphe içinde ve zalim olamaz. Kendi içinizde elde ettiğiniz zafer, etrafınızdaki herşeyin iyileşmesini sağlayacaktır. Kendi masumiyetin ve saflığın doğrultusunda kendin için yaptığın her şey ile dünyaya yapılabilecek en büyük yardımı yapmış olursun.
Kendinizi sevmeniz; yapılacek tek şey ve iç bölünmelerimizin üstesinden gelerek birliğimizi yeniden elde etmemizi sağlayacak yegane eylemdir. Kendimizi özde, içimizde sevmemiz, Oluş’un etrafa saçılmış tüm parçalarını tek bir bütün içinde birleştirmemiz anlamına gelir. Biz bu başarıyı ‘Bütünlük’ olarak adlandırıyoruz.
Titreşen…heyecan veren o tatlı ürperti
Diğerlerine vermek için öncelikle kendimize nasıl vereceğimizi bilmemiz gerekir.
Birşeyi verebilmek için önce ona sahip olmam gerekir, birşeye sahip olmak için öncelikle ‘olmak’ gerekir. To give I have to have, to have I have to be.
Tamamlanmışlık haline ulaşmamış bir kişi ihtiyaç içindedir, gerçek bir fakirdir…ve kimseye hiçbir şey veremez.
Çocukken, neşe içinde, tam olmanın, bütünlük içinde olmanın hissiyle uyanırdık. Eksik olan hiçbir şey yoktu. Yetişkinler, bedenlerindeki o coşkun heyecanı çoktan unuttular…ancak kendinizi yeniden sevmeye başlarsanız, teninizin altında titreşen, heyecan veren o tatlı ürpertiyi yeniden hissedebilirsiniz. Bir lider, herhangi bir karar vermeden, bir harekette bulunmadan önce bu fiziksel işareti beklemesi gerektiğini bilir. Bir lider, ekonominin altın yasasını bilir: Verdiğim için sahip olurum…olduğum için veririm. I have because I give, I give because I am. Vermek her şeyden önce kendinden vermektir, neysen onu verirsin, Oluş’tan gelen bir bağıştır. Kişi ancak kendisini severek diğerlerine gerçekten gerekli olan, onların gerçekten ihtiyaç duydukları şeyi, yani korkusuzluğu, cesareti, adanmışlığı ve güven duygusunu verme gücüne erişebilir.