Hayatınızdaki Fazlalıklardan Kurtulun
Bu yazı, insanın doğal koşulu ve doğuştan hakkı olan hayatın neşeli hazzını, yani “yaşama sevinci” ni hayatınıza geri getirmeye yardımcı olma amacını taşımaktadır. İnsanın metafiziksel ızdırabının ve modern umutsuzluk anlayışının ortak yapımı olan labirentten bir kaçış yolu, bir çıkış tabelası mevcuttur : Fuzuli olan her şeyden kurtulmak!
Keyifli bir yaşam yolculuğunun ilk şartı hafif olmaktır.
Kötü yönetilen dükkan
Yaşamımız fiyatları rasgele konulmuş, gereksiz yere kalabalık teşkil eden eşyalarla dolu, kötü yönetilen bir dükkândan farksız. Gereksiz ve değersiz şeyleri fahiş fiyata satarken, anlam ve önem değeri olanları ucuz fiyata satıyorsun ki, böyle bir idare şeklinde başarısızlık kaçınılmaz olacaktır.
Bu mağazayı devral ve içine yeni bir yönetim anlayışını getir. Yaşamının her köşesini ve saklı tüm noktalarını itinayla, dikkatinin ışığı ile aydınlat, gerekli ve gereksiz şeylerin bir envanterini çıkart ve daha sonra fiziksel ve duygusal ağırlıklarını ortadan kaldır ve göreceksin ki özgürlüğün, bütünlüğün, gerçekliğin parçası olmayan her şey gittikçe kaybolacak, sadece değerli ve anlamı olanlar kalacak.
Bunu yapmak zorundayız çünkü eğer sınırlı enerjimizi gereksiz şeyler için harcarsak, enerjimizi, yaratıcılığın, yenilikçi fikirlerin, çözümlerin, güzelliğin, zaferin, yücelik hissinin ve bütün sınırların yokluğunun mesken tuttuğu oluşumuzun, daha yüksek alanlarına girmek için kullanamayız.
Tıka Basa Dolu bir Hayat
Hayatınızı gözlemleyin, içinize ve dışınıza bir bakın; gardırobunuza bir gözatın, çekmecelerinizi açın, buzdolabınızı inceleyin, en ufak dikkatinizle ve tarafsız bir gözlemle baktığınız her yerde bir kalabalık var, giysilerin, kılık kıyafetlerin, elbiselerin, kostümlerin, tatil kıyafetlerinin, kısacası her türlü eşyanın hiçbir işe yaramadan ortalıkta yer kapladığını fark edeceksiniz. Eğer, Oluş halinizi gözlemleyerek gördüklerinizden bir envanter çıkartırsanız aynı düşüncelerin, arzuların, beğenilerin, nefretlerin, kötümser düşüncelerin ve fantezilerin, umutların, hırsların, sırların, acı veren anıların, korkuların, belirsizliklerin ve çatışma dolu çekici şeylerin, birbirine zıt tutkuların, aşkın ve nefretin, hoşnutsuzlukların kalabalığı ile, ama herşeyden önemlisi, sıkıcı hislerin, olumsuz duyguların ve hayal gücünün ağırlığı ile karşılaşacaksınız.
Ayırt Edebilme Yeteneği
Yaşamınızı hafifletmek için neyin önemli, neyin gereksiz olduğunu, neyin faydalı neyin faydasız olduğunu, neyin gerçek, neyin sahte ve aldatıcı olduğunu bilmeniz gerekir ki, bu, oluşunuzda önceliğin ne olduğunun farkında olmak adına, güçlü bir ayırt edebilme yeteneğinin geliştirilmesini gerektirir.
Diyojen ve Kinik Felsefesi
İsa’dan önce 5. Yüzyılda, Kinik Felsefesi adıyla bilinen Yunan filozoflarının kadim öğretisi, bütün sahiplenmelerden özgür, doğa ile ahenk içinde basit bir hayatı yaşama inancını taşıyordu. Bu nedenle basmakalıp zenginlik, güç, seks ve şöhret arzularının tümünü reddediyorlardı. Kinik filozoflarının lideri ve rol modeli, bu felsefeyi, bir fıçı içinde yaşamını sürdürerek en uçlara taşımış olan Sinop’lu (Türkiye’deki Sinop) Diyojen’di.
Bu adam hakkında çok fazla anektod vardır. En meşhuru ise, Büyük İskender ile karşılaşmasıdır. Büyük filozofun ününden etkilenmiş olan Büyük İskender, Diyojen’i ziyarete gittiğinde, onu avare bir şekilde fıçısının dışında güneşlenirken bulur. Kendisine bir dileği olup olmadığını sorduğunda, Diyojen bu soruya “Gölge etme başka ihsan istemem” yanıtını vermiştir. Büyük İskender o kadar etkilenmiştir ki şöyle demiştir: “Büyük İskender olmasaydım, Diyojen olmak isterdim” .
Diyojen, Corinth’in etrafında gündüz vakti yanan bir lambayla yürüyerek, “bir insan” aramaktan ve nihayetinde bir tane bile bulamamaktan üzgündür. Diyojen, sadeliğin insan ömrünü uzattığına dair çok güzel bir örnek teşkil eder. 96 yaşında Büyük İskender ile aynı gün yaşamını sürdürdüğü fıçısında hayatını kaybetmiştir.
Mutluluğun Aritmetiği
Çocukluğumuzdan itibaren daha fazlanın, daha azdan iyi olduğuna, eklemenin çıkarmaktan daha iyi olduğuna ikna edildik. İşin gerçeği; güç, sağduyu ve mutluluk elde etme kapasitesi tam tersi şekilde çalışır.
Dünyadan elini eteğini çekmiş bir dervişin seçtiği yoksunluk, bir keşişin tekbaşınalığı ve inzivaya çekilmiş bir kimsenin kanaatkarlığı aynı zekaya sahip ancak her birinin farklı bakış açıları ile kendilerini bir savaşçının cesur ilkelerine ve uyanıklığına bağlanmış olan zamandan bağımsız arayışa dair bir kişinin ifadesi olarak ortaya çıkarlar. Özellikle eğitimde, yeni içerikleri ve çoklu kavramları eklemenin psikolojik ve entellektüel gelişimimizin esas temeli olduğunu düşünüyoruz.
Aslında, gerçek eğitim eklemekten çok çıkarmaktır. Korkuyu, önyargıları, ikinci el fikirleri, demode kavramları ve zihinsel kalıplarla birlikte bütün sınırları yok etmek; her türlü nosyondan daha önemlidir. Kendini bilmek gibisi yoktur ve bu bilgi başka hiçbir bilgiyle boy ölçüşemez.
Başlangıç olarak, çok basit bir adım, mesela yaşamınızı ve bedeninizi hafifletmek adına güzel bir başlangıç olarak buzdolabınızı temizledikten sonra, gardırobunuzdaki bütün gereksiz giysilerinizden kurtulacağınıza söz verebilirsiniz. Daha fazla araştırdığımda, fark ettim ki, Büyük İskender’in kahramanlık hikayelerini yazmış iki tarihçiden birisi olan Arrian, ‘Anabasis Alexandrou’ adlı kitabında, bütün diet kurallarını ve sınırsız enerjisini bir tek cümlede özetlemişti : “…kanaatkar olmak üzere eğitilmişti: kahvaltısı şafaktan önce uzun bir yürüyüş yapmaktı; akşam ise çok hafif bir yemekti.
Makedon savaşçılar antik çağlar boyunca cesaretin, gücün ve efsanevi kanaatkarlığın eşsiz örneklerinin timsali olarak görülmüşlerdir. Onlar çıplak toprakta uyurlardı ve hatta, tahammül sınırlarının zorlandığı zamanlarda ve en korkutucu gayelerinin üstesinden gelirken bile sadece bir avuç zeytin yerlerdi. Buna rağmen, yorulmak nedir bilmezlerdi, bütün savaşçıların en korku duyulanı ve tüm düşmanlarına da gerçek bir kabus olmuşlardı.
Bilinçli olarak herhangi bir ağırlıktan kurtulmanız, bir dakikalık uykunuzdan veya bir gram yiyecekten vazgeçmeniz halinde, bunun, bir insanın bütün inanç sistemine ciddi bir şüphe düşüreceğini ve yapay dengesini alt üst edeceğini fark edeceksiniz.
Bilge büyücülerin masalı
Size bu konu ile ilgili anlatmak istediğim bir hikaye var, daha önce hiç duymadığınız bir masal. Hikaye, bir insanın yüreğindeki arzularıyla bereketlenen, aşırı derecede bolluk bereket içinde olan uzaklarda bir ülke ile ilgili. Kıtlık kelimesi düşüncelerinde ve dillerinde bile yokmuş. Bütün bunlara rağmen, vatandaşları onarılmaz bir şekilde mutsuzmuş. Hiçbir şey kasvetli varlıklarına sevinç getiremez gibi görünüyor, hiçbir şey kalıcı hüzünlü hallerinden onları bir anlığına bile uzaklaştıramıyormuş.
Bir gün büyücüler birbirlerine danışmak için toplanmışlar ve bu derde sıradışı bir deva bulmaya karar vermişler. Mutluluğa ve tatlı hayata ilişkin her türlü beyanı veya olası kaynağı yasadışı ilan etmişler, ruhun en ufak bir sevincini bile yasaklamışlar.
Gece kulüpleri, barlar, diskotekler, açık hava restoranları, müzikholler ve tiyatrolar kapatılmış. Televizyon tekrar siyah beyaz haline geri dönmüş ve sadece katlanılmaz bir sıkıntı, bıkkınlık veya korku veren programların yayınına izin verilmiş. Okulda, iş yerlerinde cinsiyetler ayrılmış, erkekler ve kadınlar arasındaki her türlü iletişime sınır getirilmiş. Kadınlar başlarını örtmek ve vücutlarını saklamak zorunda bırakılmışlar. Gençler arasında her türlü iletişimi önlemek amacıyla özel bir polis birimi kurulmuş ve öpüşmek, sarılmak, gerdek odasının dışına taşacak en ufak bir hareket bile yasaklanmış.
Mutluluk Kaçakçılığı
Her şey bilge büyücülerin planlarına göre işlemiş. Mutluluğu kısıtlamak, insanları onun kaçakçılığına teşvik etmiş ve gücünü arttırmış. Böylece başka hiçbir ülkede yer altında partiler yapmak, yasak ilişkilere girmek, yasadışı içki içmek ve genel anlamda her türlü ifadeyle dünyevi zevkleri aramak adeta işlenmiş bir sanat haline gelmemişti ve başka hiçbir yerde mutluluğun böylesine aralıksız, inatçı ve azimli bir kararlılıkla peşinden gidilmemişti.
Diğer yerlerin hepsinde tanınmış imtiyazlar, örneğin bir kadeh şarap içmek, sosyal veya romantik bir buluşmaya gitmek; bu ülkede yasağın çekici cazibesini kazanmıştı ve baştan çıkarıcılığın ve günahın eşsiz kokusunu üstüne sindirmişti.
Tıpkı Yasadışılık’ta olduğu gibi, mutluluk kaçakçılığı, riskli olmasına rağmen, durdurulamaz veya önüne geçilemez popüler bir aktivite halini almıştı. “Yaşam Sevinci” (“La joy de vivre”) hayatın bu neşeli hazzı, zerafetin ve gelişmişliğin en üst düzeyde olduğu dünya başkentlerinde bile, bilinmeyen yeni boyutlarına erişmişti.
Böyle bir sonucun ve aralıksızca yaptıkları yardımsever etkinliğin karşılığında, bilge büyücülere hiçbir minnet duyulmadı. Hatta tam tersine, vatandaşların düşmanlıklarının hedefi haline geldiler. İnsanın temel haklarından birisi olarak mutluluğun peşinden gitme hakkını kabul ettirmek için çok uğraşmış ve bunun temel özgürlüklerden biri olarak sayıldığı ülkelerde anlamsız bir şekilde çok daha zor ve neredeyse hayali olan bu zevkin arayışının güçlenmesinin ve insanların bu arayışa teşvik edilmelerinin tek yolunun insanlara mutluluk hakkını yasaklayarak onları bu haktan mahrum bırakmak olduğunun bilincinde olarak onların dostça olmayan davranışlarına sabırla katlandılar, bazen da isyan feveranlarını, ağır eylemlerini tolere ettiler.
Cıvıl cıvıl çınlayan bir his
Eğer hayatınızdan ağırlıkları çıkartmaya başlarsanız, kısa zaman sonra yeniden mutluluk hissini yaşayacaksınız. Bu öyle bir histir ki, bedenimizi dinleyerek bütün olmayı, birleşik olmayı, tam olmayı işaret eder. Zevk ve neşe içinde bir çocuk gibi içimizde çınlar. Derinin altında bir çeşit ürperti ve titreme hissi veren bir duygudur ki bu; çocuklukta hissedilen ve hemen hemen bütün yetişkinlerin sonradan unutmuş olduğu heyecan veren bir histir.
Yetişkin kişi, düşleme ve zevk alma yeteneğini kaybetmiş bir çocuktur. Pek çok kişi tarafından kaybedilmiş veya gözardı edilmiş olan, derisinin altındaki bu heyecan en değerli olanıdır. Bu, bütünlüğünüzün fiziksel belirtisidir, bütün gereksiz şeylerin ve duyguların yükünden kurtulmuş bir insanın hissedebileceği bir bütünlük anlayışıdır.