Prof. Stefano D'Anna Resmi Websitesi

Ölümsüzlük Ekonomisi

INFINITY copy

İnsanoğlu; felaketler üzerine kurulmuş kapitalizmden ve sadece hayatta kalma çabasındaki öngörüsüz bir ekonomik sistemden, ölümsüz bir ekonomiye doğru, çığır açacak bir geçişin eşiğinde bulunuyor.

Sizlere bir sorum olacak: Bu yazıyı okumadan önce, lütfen olabildiğince dürüst bir cevap vermeye çalışın: En son ne zaman sıra dışı bir fikirle veya alışılmadık bir anlayışla karşı karşıya kalmıştınız? Burada demek istediğim, sadece ilginç bir düşünce ya da insanı hayrete düşüren, kafasını karıştıran, rahatsız ve şoke eden bir fikir değil. Sağduyuya aykırı, mantığa ters düşen, şimdiye kadar inanmış olduğunuz her şeyin karşısında duran bir kavramdan bahsediyorum. “Hayatımda, aklımı altüst edecek derecede etkili bir oluşum ile şimdiye kadar hiç karşılaşmadım” diyorsanız, daha hayatımızın başlarında çoktan derin bir inanç ve hüküm sistemi inşa etmiş olduğumuzun keşfine yaklaşmışsınız demektir. Bu sebepten ötürü, hayatımızı, zihinsel yapımızla çatışacak tek bir fikir ile karşılaşmadan geçirebilir, kısa süre içinde de eskimiş inanç kalıplarımıza ve katılaşmış fikirlerimize belli belirsiz ters düşecek bir kanıtı ya da küçük çapta bir olumlamayı dahi idrak edemez hale geliriz. Sıradan insanlık, beşikten mezara dek benzer düşünce yapısına sahip olmaya ve sürekli olarak aynı fikirleri öne sürmeye mahkûm olmuşa benziyor.

 

Tekdüzelik Vasatlıktır
Okullar ve üniversiteler, asıl görevlerini unuttular ve tekdüzeliği üreten fabrikalara dönüşerek, dış dünya tarafından herkese eşit empoze edilen kitaba bağlı bilgilerin müminleri haline geldiler. Eğitim kurumlarının çarkları, gençliğin özündeki cevherin nefesini keserek, gelişmiş sezgilerini, önsezi ve düşleme yeteneklerini körelterek, onlara basmakalıp inanç kalıplarını aktarmak amacına yönelik hareket ediyor. Verdikleri geleneksel eğitim, hiçbir anlamda dışsal ve içsel olan arasındaki ayrımı öngörmemekle beraber onları, kendi düşüncelerini yönetme, kendi duygusal durumlarının bilincinde olma becerisine sahip bireyler olarak yetiştirme amacını da gütmemektedir. Bu kurumlardan ‘eğitilmiş’ olarak mezun olan öğrenci, kendi ölçülerine uygun biçilmiş, güzel, yepyeni bir takım elbiseye sahip olacağı inancı içinde hayata adım adar. Ancak, kısa süre içerisinde, bu takım elbisenin yeni değil, ikinci el olduğunu anlar. Etrafına dikkatlice baktığında ise, üzerindekinin aslında bir takım elbise değil, milyonlarca insanın da tıpkı onun gibi sahip olduğu bir üniforma olduğunu fark edecektir. Ve en sonunda iş bulup, hayatının büyük bir bölümünde kendisini hapsedeceği birkaç metrekare içine sınırlanmış küçük bir masada bulduğunda ve daha ötesini görecek yürekliliğe sahipse, sadece bir üniforma değil, bir mahkûm üniforması elde ettiğini ve bırakın yeni fikirleri kabullenmeyi, kendi zihinsel kalıplarının dışında gelişen her şeye karşı gelmek üzere eğitildiğini anlayacaktır.

 

Bir Dünya İnancı
Her bir gelişim, -çelişkili görünmesine rağmen- her zaman yıkıcı fikirlerin, devrimsel nitelikteki görüşlerin ürünü olarak ortaya çıkar. Özgün, yenilikçi, alışılmışın dışındaki görüşler, türlerin geleceği açısından stratejik öneme sahip kaynaklar olmasına rağmen, sıradan insanlık için, şans eseri bir tanesine çarpmışsanız, katlanılması imkânsız kavramlardır. Gezegenimize özgü bir ritüel, dünya üzerindeki tüm üniversitelere ve ekonomi okullarına yayılmış bir inanış var: “Ekonomi sınırlı kaynaklarla başa çıkma sanatıdır.” Ekonomideki kaynakların kıt olduğu inanışı, suçun ve insan sömürüsünün meşrulaştırılması ile eşdeğerdedir. Söylendiği şekliyle, kaynaklar kıtsa, o zaman insanlar ve ülkeler hayatta kalmak için kendilerini soygunculuğa ve yağmalamaya adamalılar. Bu yaygın inanışı tersine çevirmeliyiz ve “Sınırlı olan kaynaklar değil, insanın kendisidir” diye düşünmeye başlamalıyız. İnsanın özündeki kısıtlamaların dış dünyaya yansıtılması, aynı zamanda onun içindeki kıtlığa olan bilinçsiz eğilimin de somut hal almasına sebep oluyor. Bu tarz düşünce yapısı içerisinde bulunursak, tüm gayret ve enerjimizi, gençliği ele geçirip sömürmek yerine, onları özgür düşünürler olmaları, her türlü hipnotizma, bağımlılık, batıl inançtan kurtulmaları ve içsel çatışmalarından vazgeçmeleri doğrultusunda eğitmeye adayabiliriz. Sadece bir ‘oluş okulu’, vizyon sahibi liderlere yönelik bir okul, öğrencilerine bu tarzda altüst edici bir görüşü önermeye cüret edebilir: “Dünya, insan gönlünün arzu edebileceği her şeyin bereket içinde taştığı, ölçüsüz bir cömertlik içindedir. Böyle bir evrende kaynakların kıtlığından endişe duymanın imkânı yoktur.” Güçlü, yenilikçi her bir görüşün derinlerinde, engin bir fikrin ve cesur bir çözümün ardında; bir yücelik hissi, sonsuzluğun bir parçası bulunur. Yaygın eğitim, geleneksel yapıdaki okullar ve üniversiteler, sınırlara ve bağımlılıklara olan adanmışlıklarının yanı sıra, bölünmeleri, önyargıları ve çatışmacı düşünceyi teşvik eden yapılarıyla, ne bu tarz fikirlerin, ne de onları besleyebilecek vizyon sahibi liderlerin oluşmasına olanak sağlayabilir. Kendi içimizde gizlediğimiz en büyük kısıtlama olan ölümün kaçınılmazlığı düşüncesini, -ölüme mahkûm edilmiş ve umutsuzca ölüm sırasında bekleyen tutsaklar olduğumuz düşüncesini- psikolojimize işlenmiş olarak vücudumuzun her bir hücresinde barındırıyoruz. Bu fikir, yaratıcılığımızı zincire vuran her türlü kısıtlamanın kökünde yatan düşüncedir. Şimdi sormama izin verin: En son ne zaman ‘ölümsüzlük’ kelimesini telaffuz ettiniz? En son ne zaman ‘sonsuzluk’, ‘zamandan bağımsız olmak’ ya da ‘ebediyet’ kavramlarını dile getirdiniz? Çoğu insan için bu kelimeler, büyük olasılıkla bir mağazada, moda olan bir markanın parfümünü -Eternity, Love Forever ya da Immensity gibi- alırken kullanılmış olmalı. Bu kelimeleri tüm yaşamımız boyunca birkaç kereden fazla kullanmıyoruz. Neden? Çünkü bunlar son derece güçlü kelimeler. O kadar etkililer ki, sadece dile getirilmeleri bile, kendi ‘oluş’umuzda ve gerçekliğimizde bir değişime neden oluyor. Peki ‘ölümsüzlük’ ne anlama geliyor? Çok basit. Ölümsüzlük, ölümün olmaması demek. Ölüm olmadığında ölümsüzlük var. Neden bu kavramı ekonomiye kazandırmamız gerekiyor? Şimdiye kadar tüm ekonomik sistemler, hayatta kalma ve insanların temel ihtiyaçları olan yemek, giyim, barınma, üreme gibi konular üzerine odaklandılar. Bu açıdan, ilkel insanların ekonomi anlayışı ile modern karmaşık toplumların ekonomi anlayışları özde aynıdır. Gelecek on yılların yeni ekonomi anlayışı artık hayatta kalma ya da insanların yaşamlarını belli bir süre sürdürmeleri üzerine değil, ölümsüzlük anlayışı üzerine odaklanıyor. Yeni teknolojiler ve kaynaklar, her bir insan yaşamının sınırsız gelişimini amaçlamış durumda. Bu gelişmeler, 21’inci yüzyılın ölümsüzlük ekonomisinin başlangıcıdır. Var olan tüm sağ ve sol eğilimli ideolojiler eskimiş ve geçerliliklerini kaybetmiştir. Kitleden değil bireyden yükselen etkin güç, yaşamın temel prensiplerini sürekli olarak yeniden belirliyor. Siz bir birey olarak, düşünüz aracılığıyla, yeni bir insanlık oluşturmaya, kendi içinizde yeni bir ekonomi anlayışını, yepyeni bir çağın tasarımını gerçekleştirmeye çağrılıyorsunuz. Kaderimizi değiştirmemiz, yoksulluğu, sefaleti ve kıtlığı ortadan kaldırmamız mümkündür, ancak bunu başarabilmek için, önce insan psikolojisini ve inanç sisteminin derinlerine yerleşmiş hipnotik dünya hikâyesini değiştirmemiz gerekmektedir. Düşü değiştirmemiz gerekiyor. Bunu ancak birey olanlar gerçekleştirebilir. Bu nedenle, eğitim sisteminde dünya çapında bir devrim gerçekleştirecek, yöntemlerin ve programların öğretimini altüst edecek ve vizyonu yüceltecek güce sahip bir ‘oluş okulu’na ihtiyaç var. Bir ‘Tanrılar Okulu’na. İnandığımız ve takip etmemiz gereken bilimsel istikamet budur.

İmkânsızı Düşlemek
Daha önceleri imkânsız sayılan çok düşlerimiz oldu. İnsanların bir gün uçacağını ilan eden İkarus efsanesi binlerce yıl önce Girit adasında düşlenmişti. Kaç kişi bu düşe inanmış olabilir? İlk insan uçuşunun gerçekleşmesini görmek için 1903’e kadar Wright kardeşleri beklememiz gerekmiş olsa da, başardık. Peki bundan sonraki imkânsız, hatta katlanılamayacak kadar imkânsız düş ne olabilir? Psikolojimizi tersine çevirecek, bizde şok etkisi yaratacak kadar cüretkâr ve güçlü olup, ekonomide her zaman için önde olan ve bir kuantum sıçrayışı yaratan fikir ne olabilir? Ölümün kaçınılmaz olmadığı ve üstesinden gelinebileceği düşüncesi! İnsan düşünün yeni sınırları: Fiziksel ölümsüzlük; sadece zihinde kavrayabilmenin bile muazzam bir güç gerektirdiği akıl almaz düşünce. Sayısız pek çok yıl boyunca ölümün kaderimiz olduğuna inandık. Yüzyıllar boyunca kendimizi yaşamın sınırlı olduğu düşüncesine teslim ettik. Bu zihinsel sınırlamayı kabullenmiş olmamızın sonucu olarak yaşamımızdaki pek çok şey de sınırlandırılmış oldu. Kaynakların, yaratıcılığın ve zenginliğin kısıtlı olduğu düşüncesine kapıldık ki bu, dünyaya bir kurbağanın gözleriyle bakıp manzaradan yakınmaya benziyor.

Ölüm Bordrosu
Geleneksel eğitim, bildiğimiz şekliyle okul ve üniversiteler, gençlere kendilerini çatışmacı düşüncelerden, önyargılardan, geçerliliği kalmamış düşüncelerden nasıl arındıracaklarını öğretemeyeceği gibi onlara, imkânsız olanı düşlemeyi, zihinsel kısıtlamaları ve her çeşit içsel tutsaklığı yıkmaya nasıl cüret edeceklerini ve kendi iç dünyalarında yüceliğe karşı hiç yılmayan bir arzuyu nasıl yeşertebileceklerini de öğretemez. Bu, ‘düşleme sanatı’ adını verdiğimiz bir eylemdir. ‘Düş’ün ilkelerinden esinlenen bireylerin, yeni bir insanlığın hücrelerini oluşturmak ve onları ölümün yenilmezliğine dair sahip oldukları peşin hükümden arındırarak ölümsüzlük fikri ile beslemek. Sadece hayatta kalma üzerine odaklanmış milyonlarca insanın, ölüm bordrosu üzerinde ve onun yenilmezliği inancıyla beslenerek sıralandığı öngörüsüz bir ekonomik sisteme artık güvenemeyiz. Yeniliğin, büyük yatırımlardan, dev kuruluşların muazzam çabalarından meydana geldiği inancı doğru değildir. Yenilik, bir fikrin parlaklığından, vizyon sahibi bir liderin kusursuz kararlılığından doğar. New York’a göç eden İtalyan Meucci, yoksulluk içinde yaşarken telefonu icat etti. Kolomb, Amerika’yı sınırlı araçlarla (üç gemiyle) ve batıya giderek doğuya ulaşmak gibi, kendi çılgın fikrine olan güçlü inancıyla keşfetti. Uçak endüstrisinin temelleri, 1903’te iki kardeşin ilk uçan insan olma düşü üzerine kurulmuştur. Microsoft, Apple, Google ve Facebook  örneklerinde olduğu gibi, çok uluslu kuruluşlar, iş dünyasının devleri, gençliğin düşleri üzerine kurulmaya devam edecektir.