Prof. Stefano D'Anna Resmi Websitesi

Birey ve Kitle

«İnsan ne düşlerse o zaten gerçekleşmiş demektir.

Sadece görünebilir olması biraz zaman alır.»

Tanrılar Okulu

Her insanın başarısının ardında, her sezginin özünde, her bilimsel ya da sosyal zaferde, dünyanın en iyi çabalarının, girişimlerinin; güzel, faydalı ve zengin olan her şeyin ardında istisnasız tek bir insan, bir birey ve onun düşü vardır. Sadece birey düşleyebilir, kitleler değil.

 

Janus, iki başlı Tanrı

Ocak ayının ingilizcesi olan “January” kelimesi Roman mitolojisinde zıt yönlere bakan iki başlı Janus tanrısının adından gelir. Bu iki kafadan biri geriye yani geçmiş yıla; diğeri ise ileriye yani yeni yıla bakmakta; aynı zamanda gelecek ile geçmişi simgeler. Janus tapınağının kapıları savaş zamanında açık, barış zamanında kapalıydı ve iki başlı heykelinin bir yüzü savaş zamanını diğer yüzü ise barış zamanını işaret ediyordu. 2011’in bu ilk makalesini yazarken, Janus’un efsanesini yeni yılın temsilcisi olduğu için sadece sembolik değil aynı zamanda bize görünürde zıt gelen başlangıç ve sonu, savaş ve barışı, aynı gerçekliğin iki farklı yüzü gibi uyumlaştırabildiği için de ilham verici buluyorum. Tıpkı birey ile kitlenin görünürde antagonist olmaları gibi. Gerçekte ise aynı motorun iki pistonu gibi ortak bir ilişki içindedirler. Kitle bireyleri üretir, bireyler de kitlenin hayatta kalabilmesi için çözümler sunar.  İnsanlık tarihindeki her çağın ibaresi önceki ideolojilerin, düşünce alanında bireyin içinde başlayan ve kitleye yayılan bir devrim tarafından ters yüz edilmesine öncülük etmektedir. İndividuum/ Bölünemez Tanrılar Okulu kitabımda da bahsettiğim üzere, Lupelius’un kayıp elyazmasını Erivan, Ermenistan’da bulduğumda, rastladığım bu kelime karşısında yaşadığım müthiş duyguyu ifade etmem çok zor: “Birey”, Individuum. Bu kelimenin derin anlamını keşfetmekle sanki asırlardır kuşaktan kuşağa aktarılan bir hazinenin kilidini açmış gibiydim. 2.500 yıl önce, Demokritos adlı bir Yunan filozofu atomun, gerçekliğin en ayrılamaz yapıtaşı olarak var olduğu hakkında doğru bir hipotez geliştirir. Bu nedenledir ki, a-tomo tam anlamı ile bölünemez demektir. Bilgili bir insan olan Romalı hatip Marcus Tullius Cicero, Demokritos teorisinin mütaalasını yaparak a-tomo’nun Latince bir ismi olmamasından dolayı kökünde bölünemez ( indivisible ) anlamı olan “individuum” ismini icat eder. Bizler ise “Individual”, “Birey” kelimesini, etimolojisinin kodladığı bu güçlü anlamı unutarak,  son derece rahat ve kolay bir şekilde her kişi için bu terimi kullanmaya devam ediyoruz. Sadece bütünlüğü olan bir insan, bölünemez ve bölünmemiş bir psikolojiyle  “birey” ünvanını hak etmelidir. Bir birey hiçbir felsefeye, ideolojiye ve dine ait değildir. Sınırlandırılamaz. Etiketleri yoktur.  Yalnızca bir birey lider olabilir. Geleceğin insanlığı, daha akıllı bir medeniyet olup bireyi, dikkatinin odağı haline getirecek, eğitimin bireysel bazda olmasını sağlamak için tüm çabalarını insan insan, hücre hücre vakfedecektir. Kitle bir hayalettir, kalabalık ise her şeyden ve herhangi bir şeyden etkilenen bir mekanizmadır. İnancı yoktur; iradesi yoktur. Yaratmaz.  Ve, gerçek olan şudur ki, kitle bugüne dek hiçbir şey yaratmamıştır. Sadece birey yaratabilir, çünkü ancak birey düşleyebilir… Birey ve Kitle Hiç merak edip kendinize sordunuz mu, neden insanlığı yönlendiren kişiler mütemadiyen kitlelerin hışmına ve zulmüne uğramıştır diye? Gandi’den Martin Luther King’e, John ve Robert Kennedy’den Malcolm X’e kadar vizyonu olan liderler neden öldürülmek zorunda kaldılar ? Birey bizi ürkütür. Onun fikirlerinin enginliği, kendine olan sarsılmaz güveni, vizyonunun genişliği, iç tutarlılığı,  bizim kayıtsızlığımızı, çirkinliğimizi, katlanılmaz deformasyonumuzu görmemize mecbur eder. Bizi kendimizle yüz yüze bırakır ve bu karşılaştırma öyle acıdır ki bizi, o kişiyi bastırma veya yok etme kararına kadar sürükler. Kendimizi değiştirmemiz, vazgeçmememiz için sürekli daha iyi olmaya teşvik eden sesini dinleyip daha da yükselmemiz  yerine, biz bu karşılaştırma terimini yok etmeyi tercih ederiz. Birey ile  kitle arasında sürekli tekrarlanan diyalektik vicdanımıza geri gelir ve evrenimizi ikiye bölerek yaralar. Vizyoner Liderlerin Kısa bir Tarihi Roma’daki dei Fiori meydanına gittiniz mi hiç, oradaki büyük anıtı gördünüz mü? Evet, bu anıt Giordano Bruno anısına yapılmış bir anıttır! Ona bakarak şunu söyleyebilirsiniz:  Ne kadar güzel, bu heybetli anıtı bu güzel meydana Galileo, Kopernik ve o çağın diğer bir çok özgür ruhlu öncüleri ile birlikte modern düşüncenin öncülerinden birinin anısına, onu onurlandırmak için inşa edilmiş.  Bu anıtı, bu kişinin yüksek bilgisi ve değişim cesaretinden dolayı özgür ruhuna ithaf edilmiş bir minnettarlık kanıtı olarak ta düşünebilirsiniz. Ama neden tam da bu yerde dikilmişti? Bir faydası olmaksızın anıtın alt tarafına bakarsınız. Ancak hiçbir yerde şöyle yazdığını göremezsiniz: “Burası bu kişiyi öldürdüğümüz yer; burası tam da onu yaktığımız yer”. O dönemin başka bir bilim adamı, Galileo Galilei, teorileri yüzünden önce işkence gördü, sonra ev hapsine mahkum oldu ve hayatını teorilerine inanmayarak ve onları reddederek koruyabildi ancak. Yaklaşık 500 yıl önce bir adam devrimsel bir fikirle ortaya çıktı, öyle bir fikirdi ki ondan önce hiç kimse bilimsel olarak bu fikri kanıtlayamamıştı. Keşfini “De Revolutionibus Orbium Caelestium” adını verdiği bir tezle duyurmaya karar verdi. 1543 yılındayız ! Bu bilim adamı ise Niccolo Kopernik’tir. Kitabı şimdilerde yeni çağın doğum çığlığı olarak sayılıyor. Kopernik, teorisinin kesinlikle kabul edilemez olduğunun farkına vardı. Dünyanın evrenin merkezinde olmadığı keşfi ve güneşin dünya etrafında dönmemesi, aksine dünyanın güneş etrafında dönmesi kaldırılamayacak kadar ağırdı.  Sonuç olarak, teorisini izah ederken ve deneyle kanıtlamaya çalışırken iki önlem aldı: Birincisi, kitabını Papa, Paolo III’e ithaf etti. İkinci önlemi ise daha güven içinde olması açısından, kitabının öldükten sonra basılmasıydı.

Martin Luther King’i anma günü

Bir düşüm var..

Bir gün küçük bir siyah erkek ve kız çocukları, beyaz erkek ve kız çocukları ile

elele tutuşabilecek ve kardeş olarak beraberce yürüyecekler.

( Washington yürüyüşü, 28 Ağustos 1963 )

 

Bu yıl 17 Ocak’ta geçen yüzyılın en büyük düşleyenlerinden biri olan ve insan haklarını savunan bir kahraman olup anısına resmi tatil ithaf olunan Martin Luther King’i anma gününde Amerika ve hatta Wall Street bile finansal işlemlerini resmi olarak durduruyor. Ancak, Birleşik Devletler bunun hala resmi bir tatil olması bakımından bir isteksizlik yaşıyor ve hala siyah Amerikalıların kutlaması olarak görülüyor. Ulusal basın da bu konuya nadir ilgi gösteriyor, hatta neredeyse bu yıldönümünü yok sayıyor ve sadece sınırlı sayıda beyaz, geleneksel Lincoln Centre’daki gala konserinde bulunuyor. Belki de ML King gününü şimdi daha derin ve daha evrensel bir yıldönümüne dönüştürmenin ve gezegenin tüm düşleyenlerinin kutlamasına adanılması zamanıdır, böylece onların bu seçkin yeteneklerine ve ancak Düş’ün en gerçek şey olduğuna inanır ve dünyayı düşleyerek değiştireceğimizi kavrarız. Kısacası, bu bireyin bir kutlamasıdır,  sadece bireyin düşleyebileceğinin, yoksulluğu zenginliğe, zorlukları anlayışa, korkuyu sevgiye dönüştürerek farkında olmasıdır. Insan haklarının tanınmadığı ve insanlar arası eşitlik, renk, ırk ve din sorunu olmayan bir topluluk ile eşitsizlikten kurtulmak  uğruna şehit düşen gençlerin hatırlanma törenleri artık takvimde yer almayacak.Eşitsizliğin kökü İnsanlar arası her türlü eşitsizliğin, adaletsizliğin ve özgürlük yoksunluğunun en önemli temeli kendi iç sorumluluklarının seviyesinde yer bulur. İnsanlar farklı Oluş seviyelerine aittir. Bu, aralarındaki tek gerçek farktır. Her ne kadar insanlar birbirlerine benzeseler de, aralarındaki fark sonsuzluk gibidir. Hayvansal türler gibi evrimin çeşitli aşamalarında, Oluşları çoğunlukla arası ölçülemez mesafede olan evrimsel dönemlere aittir. İnsanlığın tüm iddiaları, en yüce gönüllü bildirimi, özgürlük ve adalet adına yaşanan zorluklar,  yapılan savaşlar ve devrimler boşuna yapılmış ve her şey olduğu gibi bırakılmıştır. İnsanlara eşitlik, adalet ve barış vermeye çalışan savaşlar, devrimler, başarısız oldular çünkü onlar savaşılması gereken düşmanlar ile yok edilmesi gereken dışsal engellerin olduğu inancına dayanıyordu. Aslında, refah, ayrıcalıklar ve sosyal eşitsizlikler sadece sonuçlardır ve daha derin bir farklılığın yansımasıdır ve tüm bunlarla beraber her şey Oluş’ta, nefesimizde ve hislerimizde gerçekleşir.. Kitlelerin gelişimi imkansızdır ! Bu nedenle bütün eski sistemler çökmüştür. Hiçbir savaş, devrim ya da ideoloji reforma uğramamış, üretmemiş, insanlığı yeniden canlandırmamıştır…Kaçış sadece birkaç kişi içindir… Sadece birey başarabilir bunu. İnsanlığın gerçek dönüşümü, kendi bütünlüğüne ve tamamlanmışlığına ulaşmış tek bir bireyin dönüşümüyle gerçekleşir.

Bireyler olmadan, eylemlerindeki iradeleri olmadan kazanç ya da bir gelişme olmaz; bir iş ya da refah ta olmaz. Bu bireyler en saygıdeğer kişilerdir. Onlarsız, büyük siyasi imparatorlar ve finansal servetler harap olur ve parçalanırlar.