Prof. Stefano D'Anna Resmi Websitesi

Hayatınızın Amacı Nedir?

Amaç, bir ayrımcılık bilincine sahip olmak demektir, hayatınızda neyin gerekli olduğunu, neyin gereksiz olduğunu bilmek demektir. Amaç, insana dürüstlük bilincini verir. Hedefinizden sapmadan, daha ucuz amaçların etki alanına girmeden ve onlar tarafından aldatılmadan ona odaklanın. Özellikle en zor şartlarda amacınızı hatırlayın. Amacınız yükseldikçe, yaşamınız da zenginleşir.

Bu makaleyi yazmadan ve size göndermeden önce beni içtenlikle ve sabırsızlıkla takip eden Tempo okuyucuları, sevgili dostlarım; bu soruyu hayatımda karşılaştığım, derin ve bilge bir yanıt alabileceğimi düşündüğüm dikkate değer kişilerin hepsine sordum. Nobel Ödülü sahipleri, meşhur bilginler, büyük iş adamları ve üst düzey politikacılar, ve hatta arkadaşım John Kenneth Galbraith ile bulunduğumuz özel bir Papa görüşmesinde Papa’ya bile sordum.

Size temin edebilirim ki, bu soru karşısında, en önemli adamların, çok güçlü düşüncelerin ve dev faaliyetlerin çocuklar gibi küçüldüğünü gördüm. Bu soruma bir cevap ararken masallarda ve mesellerde geçmişten daha fazla gerçek olduğunu gördük. Özellikle, en aydınlatıcı ve ilham verici fikirleri bir çocuk masalında keşfettik.

Saint-Exupery’nin en meşhur romanında, Küçük Prens bir evden dahi büyük olmayan kendi küçük gezegenini, evrenin geri kalanının nasıl olduğunu görmek için terk eder. Her biri ‘tuhafça’ kendi yolunda ilerleyen ve sadece bir yetişkin tarafından mesken tutulmuş olan diğer 6 gezegeni ziyaret eder. Yıldızlara hükmeden, onlara sadece yapmakta oldukları işi yapmalarını emreden bir Kral. İltifat olmayan hiçbir şeyi duymayan ve herkes tarafından beğenilmek isteyen fakat kendi gezegeninde yalnız yaşayan Kibirli Adam. Unutmak için içen bir Alkolik. Kendisinin sahip olduğunu sandığı yıldızları saymakla sürekli meşgul olan ve yıldızları, daha çok yıldız satın almak için kullanmayı dileyen bir İşadamı. Gezegeninin rotasyon hızında, hiç durmaksızın, dinlenmeksizin, gereksizce dakikada bir kere lambayı aydınlatan ve söndüren Fener yakıcısı. Bütün zamanını astronomik haritalarla geçiren ama gezegenini incelemek için bir kez bile masasından kalkmayan bir Coğrafyacı.

Sıradan insanlar bizlerin de bildiği gibi, tıpkı Prens’in ziyaret ettiği bu gezegenlerin yalnız sakinlerine benzerler. Her biri, rollerinin hapsinde, kibir ve benmerkezcilik balonunda mühürlenmiş, sürekli hipnotik konseptli işlerle meşgul, seçmedikleri yerlerde ve kişilerle sevmedikleri işleri yapan, kendi dünyalarına kilitlenmiş insanlardır. Bunlara ilave olarak bizler, Küçük Prens’in ziyaret ettiği ve yedinci gezegen olan Dünya’da karşılaştığı Demiryolu Makasçısı tarafından mükemmel bir şekilde temsil ediliyoruz. Demiryolu Makasçısı, insan halinin saçmalığını ve anlamsızlığını anlatan ve en iyi sembolize eden karakterdir. Onun aynasında kendi parodimizi, deforme olmuş imajımızı ve yaşamımızın kinayeli halini görebiliriz.

Demiryolu Makasçısı prense yolcuların bir yerden başka bir yere giderken trenlerin arasında durmaksızın nasıl acele ettiklerini, nereye varacaklarını bilmeden, bulundukları yerden asla tatmin olmadıklarını ve aralarından sadece çocukların pencerelerin dışına bakmaya zahmet ettiklerini anlatır.

Nereye gidiyoruz? Yolculuğumuzun kaderi nedir? Hayatımızın amacı nedir? Hiçbir zaman bu can alıcı soruları derin düşünmek için sessizlik ve inziva halinde kalmıyoruz.

Her insan eşsiz, sadece ona ait olan bir şeyleri yapmak için dünyaya gelmiştir. Hayattaki amacımız; kendimizi tanımak ve hangi eşsiz yaratım için dünyaya geldiğimizi bulmak olmalıdır. Amacımızı bilmek, hedefimizi formüle etmeyi bilmek kendimizi tanımanın bir parçasıdır. Antik Yunanlılar için sıradan insanların yaşamı veya ölümü Tanrılarla ilintili değildi. Onlar, ortak bir kaderin kaynaşmış kitlesine aittiler. Sadece kahramanlar ve yarı tanrılar yaşamlarını kişisel bir maceraya çevirecek bir kadere hak kazandırılmışlardı.

Özellikle en zor şartlar altında amacınızı hatırlamanız geleceğe başarı mesajları gönderir ve insanlığın çoğunluğu ile karşılaştırıldığında sizi üstün bir pozisyona yerleştirir. Bir amaca sahip olmak, kişinin kaderinin tohumuna hakim olmasıdır. Bu, bir ayrımcılık bilincine sahip olmak, hayatınızda neyin zaruri olduğunu ve neyin zaruri olmadığını bilmek demektir. Amaç, insana dürüstlük bilincini verir. Amacınıza ondan sapmadan, daha ucuz hedeflerin etki alanına girmeden ve bu tip küçük ve ucuz hedefler tarafından aldatılmadan odaklanın. Bir lider, hayatta kendini ve özel vazifesinin ne olduğunu bilen insandır. Bir lider bilir ki; kendisinin dışında, bilinen veya bilinmeyen, doğal veya doğaüstü, kaderini etkileyebilecek hiçbir güç yoktur. O, kendisi ile yüzleşirken yalnızdır.

Amacımız, yaşamımızı, geleceğimizi, kişisel ve finansal kaderimizi yaratır. Yaşadığımız ve çalıştığımız fiziksel alan bile amacımız tarafından belirlenmiştir.Amacınız yükseldikçe, yaşamınız da zenginleşir.

İngilizcede “Aim” (Amaç) sözcüğünün “I am” (Ben) sözcüğünün anagramı olması semboliktir. Bu nedenden dolayı, ”Who am I?” (Ben kimim?)  varoluşsal sorusuna şu cevabı verebiliriz: “I am my aim” (Ben, amacımım)

Bir kere Amaç’ınızı formüle ettiğinizde, tekrar tekrar yazın, üzerine derin derin düşünün ve onunla bir olana kadar gözünüzde canlandırmayı durdurmayın. Bir insan, Amaç’ı ile bir olduğunda öyle bir mükemmellik bilinci geliştirir ki; dahili ve harici limitleri yıkar. Ünlü ressam Paul Klee (1879-1940) hayatının ve sanatının birbirini nasıl sardığını ifade etmek için şöyle derdi: “Renk ve ben biriz ve aynı şeyiz”

Bir Amaç’ın olduğunda asla senin gücünden ve zekandan daha üstün olmayan bir zıt kuvvet tarafından karşı tutulacaksın. Görünüşte, Amacı’nın yerine gelmesine karşı  gibi hizmet eder fakat aslında senin en iyi müttefiğindir. Ancak görünüşünde ötesinde ve şiddetli maskesinin arkasında, bu antagonistik güç,  başarın için zaruridir ve gelişimin için sana gerekebilecek bütün fırsatları sağlamak üzere gece gündüz hizmetinde çalışmaktadır.

Amaç konusunda, insanlık kendisini psikolojik olarak iki ayrı gruba ayırmaktadır: düşleyenler ve düşlemeyenler. Düşleyenler de kendi içinde fulltime ve part-time olarak ayrılırlar. Düşlemeyenler ve part-time düşleyenler para, şöhret, güç ve herhangi bir maddesel pozisyon peşinde koşarlar. Sadece fulltime düşleyenler, tıpkı oynanmaya değer bir oyun gibi hayatta gerçekten değerli olan şeylerin zenginlik, konfor ve başkalarının takdirini kazanmak olmadığını bilirler. Düşlerine çelik bir kablodan da güçlü olan altın bir iple bağlıdırlar, yaşamdaki en mükemmel başarıya, Oluş’larının tekliğine, eksiksizliğine ve bütünlüğüne kusursuzca meyletmişlerdir. Hiçbir şey daha önemli değildir. İşte hayat bunun içindir.