Uyku
“Uykuyu, çoğu kez gerçekliğin koltuk değnekleri tarafından desteklenen, koza içinde saklı bir bedeni olan, koca kafalı bir canavar olarak hayal etmişimdir. Koltuk değnekleri kırıldığında, düşme hissine kapılırız. “- Salvador Dali
Bu hamur gibi kafa çok çirkin ve tedirgin görünüyor…Uykuyu daha çok rahatsız, huzursuz bir hal olarak betimliyor. Vücut, işe yaramaz ve neredeyse ölü durumda, (sadece bir kol değneğine dayanıyor) kafa ise dolu ve işler durumda, ancak farkındalığı besleyecek durumda değil (gözler ve kulaklar kapalı). Aslında gerçeklik üzerinde hiçbir kontrolü yok, bu nedenle kafayı tamamen düşmekten zar zor koruyan ince ve kısa kol değneklerine umutsuzca dayanmakta.
Dahası, görüntüde adeta muazzam bir çaba sürdürülüyor. Koltuk değneklerinin müdahalesinden rahatsız olan bu yüklü, ağır kafa aşağıya doğru ağırlığını veriyor… karanlığa düşmeyi arzuluyor (bu, belki gece olarak, ya da belki de kayıtsızlık ve ölüm olarak da yorumlanabilir)
Uyku hakkında yazmak, vücudun ve zihnin bilincinin geçici olarak askıya alınmasının bu yinelenen halini keşfetmek bana her zaman çok çekici gelmiştir. Varoluşumuza bu denli yakın ve pek çok yönü hala keşfedilmemiş olarak gizemini koruyan bu hayret verici olgunun bilmecesi beni büyülemiştir. Bu yazıda, uyku adını verdiğimiz, aslında hayatımızın bu olağanüstü özel ve bireysel olayı ile ilgili pek çok yıl boyunca toplamış olduğum, mevcut kaynaklarda yaygın şekilde bahsi geçmeyen fikirleri ve derin düşünceleri açıklayacağım.
İnsanların çoğu, uykunun bir keyif, fiziksel bir aktivite ve doğal olarak verilmiş bir hak olduğunu düşünür. İşin gerçeği, uykunun özrü de övgüsü de, onun ortak hayalinin ve en genel vizyonunun parçasıdır. Fakat uyku üzerine yaptığım araştırmalarda, uyku ihtiyacımızın çoğu defalar, adına gerçek dediğimiz olaylardan bir kaçış olduğunu gözlemledim. İnsanlar, zayıflıklarını, üzüntülerini uykuya dönüştürüyorlar, hayat çok acı verici ve bunaltıcı olduğunda, onunla nasıl başa çıkacaklarını ve nasıl bir dönüşüm yaratacaklarını bilemediklerinde, uykunun kanatlarının altına sığınıyorlar.
Sıradan insanlar uyandıklarında, ilk olarak, bitmek bilmeyen üzüntülerin içsel ezgisiile karşılaşırlar. Onu dinlemek veya içlerindeki derinliklerden gelen o acıyla yüzleşmek istemezler. Acılarını bir kahvede veya yiyecekte soluyup, günlük endişelerinin ve aynı eski rutinlerinin içine atarlar; zahmetli hayatları tarafından alıkonulmaya izin verirler, çünkü bilmek istemezler. Ne var ki, uykudaki kaçışların geçiciliği ortaya çıkar ve göz ardı edilmiş olan acı çok daha vahim hale gelir. Bir gün, hiç ışık tutmadığımız, oluşumuzun karanlık köşesinin, hayatımızda karşımıza çıkan bütün zorlukların ve başarısızlıkların esas kaynağı olduğunu keşfedeceğiz.
Bununla beraber, uykunun zamandan bağımsızlığa doğru açılan bir boyutu vardır. Uyku tarafından teşvik edilen, ancak kişinin kendi üzerinde kontrolünü yitirmesi anlamına gelmeyen, bilinçli olarak hayal kurma ve meditasyon halleri vardır. Kontrol yitiminin aksine, bilinçli olarak uyku ile irtibat halinde olunur ve akışında ilerlenir. Şangay’daki Hufo tapınağına bir ziyaretim sırasında hayran olduğum, paha biçilemez dev bir beyaz yeşim taşının gövdesine oyulmuş olan görkemli uyuyan Buda heykelini izlerken uykunun zamandan bağımsız hali üzerine derin derin düşünmüştüm. Bu heykel, tetikte ve zamandan bağımsız bir oluşun, gözleri tamamen açık uykusunun sembolüdür.
Uykuya ilişkin bir başka gözlem de, uyumakta olan bir insanın hiçbir şeyde değilse bile, vücudu ve hayatı üzerinde çok sınırlı bir kontrole sahip olduğudur. Yaygın inanışa göre, sınırlı farkındalığın bu savunmasız hali, insanların uyanık halinden (o şekilde adlandırılıyor) çok farklıdır.
Gerçekte, eğer insan kendini gözlemleyebilseydi, uyanık olduğunu düşündüğü anlarda dahi uykuda olduğunun dudak uçuklatıcı doğruluğunu saptayabilirdi. Bu böyledir, çünkü sıradan bir insan parçalanmış bir varlıktır; hali içsel birlikten, bütünlükten çok uzaktır. Bu nedenle, ‘Ben’ diyebileceği, kalıcı bir kimliği yoktur. O, bir olmadığı gibi, bir kalabalık, bir çokluk halindedir; ruh halleri, istekleri, kendi yaşamına dair esas algısı daimi bir gel-gitten fazlası değildir.
Hipnotik Uyku
Hipnotik bir uykuyla mühürlenmiş, gerçek bir irade olmadan işe giden, öğreten, kirleten, üreyen “uyurgezerlerin” ve özellikle birbirinin yoluna çıkan ve kavga eden, uyutmaca yüzünden değilse de, uyuşukluk hali ile kuklalar gibi, görünmeyen ipler tarafından hareket ettirilen 7 milyar insanın yerleşik bulunduğu bir gezegenin vizyonu tüyler ürperticidir, fakat aynı zamanda dünyanın neden hiçbir zaman çözememiş olduğumuz binlerce yıllık kötülükler tarafından istila edildiğini açıklamaktadır.
Bu hipotez, ilerleyen zamanlarda, geçmiş fikirlerin ve bilimsel düşüncelerin yapı taşları olarak tanınmış o güçlü ve aykırı düşüncelerin gerçek büyüsüne sahiptir.
“İnsanlar; uyurgezer bir hal içinde, endişelerinin tedirginliğinde, şüphe ve korkular tarafından gölgelenmiş ve günlük ihtilafların içinde kaybolmuşken birbirleriyle karşılaşırlar. Adeta anlamsız ve dışsal hedeflerin, anlamsız menfaatlerin peşinden gitmek üzere karşılaşırlar.” Tanrılar Okulu
Geceleri, sadece uyumadığımızın fakat birkaç kısa duru görü anı, gerçek uyanıklık hali dışında bütün ömrümüzü bir bilinçsizlik hali içinde harcadığımızın keşfi, vizyonumuzu kaderimizle birlikte sonsuza dek değiştirebilir.
Düşleme Sanatı
Hiçbir politik, dini veya felsefi sistem toplumu dışarıdan değiştiremez. Sadece bireysel bir devrim, psikolojik bir yeniden doğuş, oluşun, her insanın tek tek, hücre hücre iyileşmesi bizi dünyanın hipnotik tanımından, kendi yarattığımız hapishaneden özgürleştirecektir. Bizi, daha zeki, daha doğru, daha zengin ve daha mutlu bir insanlığa doğru yönlendirecektir.
Önemli bir girişimci ve yardımsever olan arkadaşım George Koukis ile birlikte geleceğin liderlerinin, yeni bir insanlığın hücrelerinin düşleme sanatını öğreneceği bir Okul olan “Dream for the World” ü destekledik. Düşlemek, uyanmak demektir, bütün hipnotik durumları dışarıda tutmak, içeri almamak demektir. Kendi kendini baltalamayı, kendini yok edici herhangi bir eylemi durdurmak demektir. Olumsuz ruh hali veya duygular da dahil olmak üzere korku veya şüphe içinde olmayı bırakmak demektir. Düşleme Sanatı, kendi gerçeğinin yaratıcısı ve hayatın tıpkı düşlediğin gibi olduğunun farkına varmak, dünyanın veya kendi yaratımının kurbanı olmayı bırakmak demektir.
Hipnoz
Eğer Metropolitan Sanat Müzesi’ni ziyaret ederseniz, Hypnos’un hayranlık uyandıran 1.yy Roma’sına özgü nadide bronz heykelini görme fırsatını kaçırmayın. Klasik mitoloji, onu, kanatları kafasına iliştirilmiş, boyundan yukarısı görkemli genç bir insan olarak uykunun simgesi diye tarif eder. Gece Tanrıçası’nın oğludur ve öyle bir gücü vardır ki; sadece insanlar değil, tanrılar bile ona karşı koyamaz. Bir hikayeye göre; Hypnos, bir Yunan adasında yeraltında bir mağarada yaşarmış; unutkanlık ve kayıtsızlık ırmağı Lethe’nin suları bu mağaranın içinden akarmış.
Ama Hypnos’un efsanesinin, köklerini eski Yunan-Roma mitolojisine salmış olan en ilginç kısmı, “somnus imago mortis”, “uyku, ölümün sembolüdür” ün rahatsız edici vizyonunu taşımaktadır. Aslında, Hypnos’un sadece bir erkek kardeşi yoktur, üstelik ikizi olan bir erkek kardeşi vardır ki O da ölümün ve faniliğin simgesi olan Thanatos’tur.
Neden uyanığız?
Antropologlar, sosyologlar, gelenek ve görenek uzmanları, hepsinden önemlisi bilim adamları uykuyu denetleyen ve düzenleyen mekanizmayı keşfetmeye çalıştılar ki uykunun gizemli sebebinin etrafındaki pusuyu dağıtabilsinler. Fakat bu zamana kadar şu soruya elle tutulur bir yanıt bulunamadı: Neden uyuruz?
Uykuyu kavramak için daha az tercih edilmiş olan bilimsel bir yolu izlersek, bu sürecin daha da derinleşeceğine ve araştırmamızın odağını uyku halinden, uyanıklık haline çevirirsek ve ‘neden uyuyoruz?’ sorusunu sorarsak hiç ummadığımız sırların ortaya çıkacağına inanıyorum. Ya da daha da basitçe: uykuda olmakla uyanık olmak arasındaki gerçek fark nedir?
Öne süreceğim en son tez, hipnotik uykunun insanın yaşamını acımasızca yönettiğidir. Hipnotik bir uykuya dalmış, ızdırap ezgisiyle uyuşmuş olan sıradan insanlar kendilerine yalan söylemeye devam edecekler. Hayatları ne kadar kötü olursa olsun, ona boyun eğmeye devam edecekler ve asla kaçmak için gerekli iradeyi ve yeterli enerjiyi bulamayacaklardır.
Şimdi, Thanatos’un ikiz kardeşi olan Hypnos’un Yunan Mitolojisindeki efsanesinin derin manasını anlayabiliriz. Hipnotik uyku manevi ve psikolojik bir ölümdür. Uyku halinin karşıtı, bir çeşit zombi ya da uyurgezer olmak değildir, fakat gerçekten hayat dolu, tetikte ve farkında olmaktır. Yönetilmek değil, yönetmek demektir, yani bir iradeye sahip olmak demektir.
Ulysses (Odysseia’nın diğer adıdır) , sirenlerin karşı konulmaz şarkılarına itaat etmemek, gemiyi terk etmemek ve gezegensel rehavetin içine düşmemek için mürettabatına onu ana direğe bağlamalarını emreder. Halatlar onu ilkelerine sıkı sıkıya bağlar. Onun bu kararı gerçek bir kahramanın davranış şeklidir. Sembolik olarak, yeni insanlığa sağduyu ve özgürlüğün peşinden gitmesi için yol göstermektedir. Onların mottosu, Lupelius’un savaşçı-keşişleri için çoktan icat edilmişti: daha az uyu, daha az öl, daha fazla düşle.