Prof. Stefano D'Anna Resmi Websitesi

Bir Zamanlar Çok Sevmiştik Birbirimizi

Oluş artimetiğinde, iki yarım bir bütün etmez!

Bu, noksanlığın karesi olur!

Tanrılar Okulu

Türk toplumunda boşanmaların sayısı, batı toplumlarını takiben, son 10 yılda %80’in üzerine çıktı. Her dakika bir boşanma gerçekleşmekte, çiftler daha çok kavga eder oldu, karşılıklı rıza ile boşanmaların sayısı ise daha da azaldı..

Kramer Kramer’e Karşı
1979’da A. Corman’ın romanından uyarlanmış bir Amerikan drama filmi olan Kramer Kramer’e Karşı; küçük oğulları dahil bir çok kişiyi etkisi altına alan evli bir çiftin boşanma hikayesini anlatır. Bu film 5 önemli dalda ödül kazanmış ve tüm batı dünyasında alarm veren sosyal uyumsuzluğun fenomeni haline gelerek modern  bir simge olmuştur. Türkiye’de de, özellikle boşanma oranı son on yılda hızla artmıştır. Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı’na göre bu durum, aynı dönem içinde 1,5 milyon insanı etkilemiştir. 2010 yılı kayıtlarına göre boşanmayla sonuçlanan evliliklerin sayısı 120.000’in üzerindedir. Bu evlilik enkazlarının cesaret kırıcı boşanma oranlarına rağmen evlenmeye karar veren gençlerin sayısı ise her sene sürekli artmaktadır. 2010 yılının son çeyreğinde, 175.711 kişi evlenirken, 23.527’si boşanmıştır. Bu durumu daha da kötüleştiren, çiftlerin sadece daha fazla kavga etmekle kalmayıp,  birbirlerine kin besleyerek ayrılmalarıdır ki, karşılıklı uzlaşmaktan aciz olan bu çiftler, ev, para ve çocuklar hakkında karar verilmesi için aile mahkemelerine başvuruyorlar.

Ne Çok Sevmiştik Birbirimizi !
Devlet Bakanlığı’nızın son  yapmış olduğu araştırmaya göre, boşanmış insanların %90’ı  şehirlerde yaşamakta olup başkalarının etkisi altında kalmadan  evlenme kararı alan kişilerdir, yani tek sorumlu sadece kendileridir. Erkekler ortalama olarak 26, kızlar ise 23 yaşında evleniyor ve evlilik kararı almalarındaki değişmeyen en önemli sebep şu oluyor: “Birbirimize aşık olduk”.  Böylesine güçlü bir dürtü ve kararlı tavıra rağmen çoğu evlilikler birlikteliğin 5. yılından önce ise sona eriyor. Daha net olmak gerekirse, evliliklerin %40’ı 2 ile 5 yıl sürüyor. Dolayısıyla, ‘aşık olmak’ uzun ömürlü bir evliliğin gerçek ve sağlam bir nedeni olarak gözükmüyor. “Tanrılar Okulu” kitabında da belirttiğim gibi,  bu özel ruh haline daha derinlemesine inildiğinde, -aşık olmak – falling in love-  Oluş’taki bir bozukluk olarak ifade edilebilir. Her aşık olmanın arkasında yatan bu tehlike işareti ve düşüş ( falling ) sinyali vermesi, en farklı kültürlerin deyimsel ifadelerinde de şifrelenmiştir. Aşka düşmek; “falling in love” ya da “tomber amoureux” gibi her dilin özelliklerini taşıyan bu ifade, milyonlarca kadın ve erkek tarafından, çıkardıkları alarm çığlığı duyulmaksızın kullanılıp burnumuzun dibinde kimsenin dikkatini çekmeyen bir tehlike bayrağını sallamaktadır. Kendimizin dışında  bir dünya yoktur.   Karşılaştığımız, gördüğümüz ve dokunduğumuz her şey kendimizin bir yansımasıdır. Kendi dışımızda olan birşeye veya birine aşık olmak, kendimizi unutmak; bağımlı bir dünyanın afakiliği içinde kaybolmak demektir,  diğer bir deyişle; kişinin, kendi kişisel gerçekliğinin yegane yaratıcısı olduğunu unutması demektir..

İki yarım insan bir bütün etmez
Tamamlanmamış, eksik bir insan için birine aşık olmak, ya da İngilizce’deki falling in love çevirisi ile ‘aşka düşmek’,  o kişinin aslında kendin olduğunun farkına varmadan, kendinin bir parçasına deli gibi aşık olmak demek..Çünkü, sen her zaman ve sadece kendinle karşılaşabilirsin. İki zayıf insanın gelişmemişlikleri kısa zaman sonra anlaşmazlığa, kıskançlığa, kavgalara, pişmanlıklara ve karşılıklı şikayetlere dönüşecektir. Evlilik, bu tür insanlar için bağlı olmak demek,   tam olmayan iki insanın birarada olarak birbirlerini tamamlayacaklarını ve bir bütün oluşturacaklarını düşünmek demektir. Ancak ne var ki, Oluş’un aritmatiğinde, evlenmeye karar vermiş iki tam olmayan insan bir bütün oluşturmaz zira bu iki insanın birleşimi bütünlenmemişliğin karesi olur. Sadece bütünlük sevebilir ve sadece Oluş’ta bütünlüğüne ulaşmış kişiler sevgi gibi önemli bir hissiyatı bütün ihtişamı ile içinde yaşatabilir.

Sebepler neler?
Gelişmemişlik, tamamlanmamışlık, Oluş’un bölünmüşlüğü artan boşanma oranlarının şüphesiz bazı temel psikolojik sebepleridir. Olayın daha derinine baktığımızda ise cinsellikle karşılaşırız; cinsel eğitimin yetersizliği boşanma oranlarını artıran diğer bir güçlü sebeptir.  Cinsellik, çifti daha da tatminsizleştiren ve daha da eksik hissettiren neredeyse anlık bir aktiviteye indirgenmiş durumundadır.. Bölünmüş insanlık, partneri ile olan ilişkisini bağımlılığa, cinselliği ise ilgisizlik ve daha ileri seviyedeki bir bağımlılık bahanesine dönüştererek gerçek işlevlerini bozmuştur. Insanlar seksi yaşamlarının merkezine yerleştirirken, kendi Oluş birliğini unuttu.  Seks, insanların tıpkı yemek ve uyku konusunda unutmuş oldukları gibi özenli bir idare ve kontrol gerektirir. İnsan özgürlüğü, mutluluğu ve sevgiyi kendi dışında aramakta, ne var ki, onun yolculuğu dışarıda değildir. Bu içsel bir maceradır, Oluş’un bütünlüğüne dönen bir yolculuktur.

Ahlaki Genler
Geçmiş nesiller, ailede ve okulda, etik evrene ve Roma İmparatorluğu’nun esas kaderine  dayanan  klasik dönemin PİETAS diye adlandırdığı gerçek bir erdem sistemini özümsemişti. Pietas; Rönesansa kadar ve bir sonraki atalarımız için, yüzyıllar boyunca devlete, aileye ve kendine karşı görev hissi duymak anlamına gelmişti. Bugün ise yeni nesillerin bu ahlaki erdemlerden ne kadar uzaklaştığını gözlerimizin önünde rahatlıkla görebiliyoruz. Yapılan resmi araştırmaların sonuçları, Barlar, Tv, müzik, bilgisayar ve cep telefonu tarafından kuşatılmış, geleceğini planlamaktan ve ona inanmaktan tamamen yoksun bir gençliğin kapsamlı profilini ortaya çıkarmaktadır. Devlet, din ve aile gençler için birer referans olma noktasını temsil etmeyi çoktan bırakmışlardır.  Okullar ve üniversiteler, gençlerin danışabilecekleri kurumlar veya insanlar listesinin ilk 10 sıralaması arasında dahi yer almıyor. Medeniyetimizin ahlaki genleri çok büyük bir değişime uğramış bulunmaktadır. Pietas’ın değeri, bir zamanlar ahlaki değerler sistemimizin merkezinde yer alan bir unsurken şimdi kurumuş ve sahte hayırseverliklerle aşağılanmaya yüz tutmuştur.  Herkes başkalarına yardımcı olmaya çalışıyor, ancak kimse kendine ne yapacağını, nasıl yardımcı olacağını bilmiyor. Görünüşte hayırsever organizasyonlar ve milyonlarca gönüllü sayısında aşırı bir bolluk varken, diğer tarafta ailelerin dağılması ve eşler arasındaki ilişkinin nefrete dönüşmesi ise ne tuhaftır.

Aptalca bir yarış
Pietas’ın bozulması ile birlikte, bize atalarımızdan geçen ahlaki yapının köşe taşı da yer değiştirmiş oldu. Eşimize vermemiz gereken özen, yaşlı anne babalarımıza olan sorunluluklarımız, çocuklarımıza göstermemiz gereken ilgi ve şefkat, yerini gençliklerimizi delicesine uzatma arzusu, ne pahasına olursa olsun genç kalmak, çocuklarımızla aptalca bir yarışa girmek, gençleri kıskanmamız, onları taklit etmemiz ve yanlış yönlendirmelerimiz gibi olgun olmayan davranışlara bıraktı. Sevgiden daha önemli bir şey var ki bu, bir çiftin ayrıldığı sırada kendini gösteriyor. Sorumluluk sevgi ile bitmez, onun da ötesine geçer. Biten bir evlilik ilişkisi daha da yücelebilir,  daha güçlü, daha yoğun ve daha gerçek bir hale gelebilir. Fedakarlıkların kaldırılması ile, kanuni bağlantılar ve sosyal adetler olmaksızın, boşanan kişiler  sonunda daha samimi arkadaş olabilirler. Birbirine kin gütmeden ayrılabilmek, ancak daha üstün seviyedeki Oluş durumuna ait olgun bir insan davranışıdır.