Ekonomi ve Felsefe
Geleceğin Kuruluşları Eylem Filozoflarını ve
Vizyoner Liderlerini Arıyor
“Toplumlar, filozofların kral,
ya da kralların filozof olduğu
güne kadar, huzur yüzü görmeyeceklerdir.”
Platon – “Devlet” adlı eserinden
Yakın bir gelecekte en küçüğünden en büyüğüne kadar her kuruluş ideolojik bir kurum haline gelecek, bir felsefeye sahip olacak ! Bir insanın kaderi, bir kuruluşun başarısı ve uzun ömürlülüğü, bir ulusun refahı, değerlerine bağlılığı; kendi felsefelerinin bir sonucudur. Her kuruluşun başında eylem filozofları, şairler, vizyoner bireyler ve pragmatik ütopyacılar var olacak. Peki bu kişileri kim hazırlıyor?
Felsefe ve Ekonomi
Farzedin ki Amerika’da Ivy League veya İngiltere’deki Russell Group okulları gibi önde gelen üniversitelerden birinin kampüsünü ziyaret ediyorsunuz. Eğer felsefe fakültesini ya da humanistik ve klasik çalışmalar bölümüne bakarsanız, kampüsün en uzak köşesinde bir yerde, Ekonomi/İşletme fakültelerinin en uzağında bulursunuz. Bu fiziksel düzen bile bu iki disiplini halen ayırmakta olan kavramsal uzaklığın bir göstergesidir. Oysa felsefe ve ekonomi, aynı gerçekliğin iki yüzü olmalarına rağmen kendilerini birbirlerine yabancı hissederler. Aslında ekonomi, ekonomistler tarafından yapılmaz ve onlar tarafından açıklanamaz; felsefe olmadan da bir denklem kurulamaz.
Bazı ülkelerin zenginliği ile bazı ülkelerin gelişmemiş olması da ekonomi tarafından açıklanamaz. Bir ülkenin, bir kuruluşun, bir insanın görünmezliğinin içinde, Oluşlarının derin köklerinde, bizim hayatlarında gözlemleyebildiklerimizi açıklayan bir şey vardır.
Her görünen bir görünmeyen tarafından ortaya çıkar, tıpkı mavi kopyanın aslını yani maddesel yapısını yansıtması gibi.
Bir ülkenin ekonomisi, kuruluşlarının olgunluğu, sivil ve politik hayatın uyumu ekonomiyle değil, kendilerine ait inançlarıyla, değerler sistemiyle ve felsefesiyle açıklanabilir.
Bir örnek olay incelemesi: Modern Japonya
Felsefe ve Ekonomi; vizyon ve gerçeklik gibi bir ve aynı şeydir. Bu cümle hem kuruluşlar hem de tüm uluslar için geçerlidir. Bu teorinin örnek olay incelemesi modern Japonya’dır.
İkinci Dünya Savaşı Japonya’nın yenilgisiyle ve iki şehrinin atom bombasıyla tahrip olmasıyla sonuçlanmış, 2 büyük savaş kaybetmiş, fazlaca nüfusu ve anlaması imkansız bir dili olup, ıssız bir bölgede bulunmakta idi. Daha çok yeni oluşmuş bir Ortaçağ kültüründen doğmaktaydılar. Tüm bunların üstüne, herhangi bir doğal kaynakları da yoktu.
Ekonominin kendisi dahi bu olağanüstü ekonomik büyümenin tatmin edici bir açıklamasını bulamaz. Eğer pirinç kültüründen samuray geleneğine kadar Japon kültür ve geleneklerini bilmezsek, dünyanın ekonomide en güçlü 2.büyük ülkesi haline nasıl geldiklerini anlayamayız.
Japonya’nın sosyal bağlılıklarının neden bu kadar sağlam olduğunu, değerler sisteminin gücünü ve ağırlığını, ahlaki prensiplerinin kalitesini ve soluğunu bilmeden, kültürlerinin köklerine ve bu kültürü besleyen Konfüçyüsçülüğün derinlerine inmeden nasıl bu denli hızlı geliştiğini anlayamayız.
Japonya’nın Etik DNA’sı
Konfüçyüsçülük bir din değil, güçlü bir sosyal yapıştırıcı olarak işleyen bir hayat felsefesidir. Çin’den ithal edilmiştir ve Japonya’ya kendi etik DNA’sını vermiştir. Modern çağa yaklaşırken, K’ung Fu Tzu (Konfüçyüs)’ün emanet ettiği özgün miras, altı ana erdemden beşe düşürülmüştü: Adalet (i), Tören (li), Bilgi (chih), İnanç (hsin), Sadakat (chung).
Altıncı erdem olan cömertlik / iyilikseverlik, modern Japonların ahlaki değerler sisteminde merkezi değer olduğu farkedilene kadar tümüyle bırakılmış ve Sadakat daha önemli bir duruma gelmişti.
Modern Japonya’nın görünmez köklerinde ortaya çıkan bu etik DNA’sının değişimi; bir ülkenin refahı, kuruluşlarının sağlamlığı onun duygu ve düşünce biçiminin, tek bir kelimeyle diyecek olursak felsefesinin bir yansıması olduğunu göstererek ekonomisinde dağları yerinden oynattı.
Değerler sistemi, düşünce kalitesi, fikirler tek kelimeyle bir ülkenin felsefesi sebep; ekonomisi ise sonuçtur.
Felsefe Ekonomidir
Ulusların hayatlarına uyguladığımız eşitlik, geçerliliğini, bireylerin ve kurumların seviyesiyle sürdürür. Bir insanın finansal kaderi tıpkı bir kurumun başarısı ve uzun ömürlülüğü gibi kendi prensiplerine ve ahlaki değerlerine; fikirlerinin kalitesi ile birlikte inançları ve felsefesine bağlıdır.
Büyüklüğüne bakılmaksızın her şirket, bir felsefeye ihtiyaç duyacaktır. Geleceğin her kuruluşu ideolojik olacaktır. Çokuluslu şirketlerin ve teşebbüslerin dümeninde, yüzeysel görünenin ilerisini görebilen şairler, kuruluşlarının köklerine inebilen, içlerine nüfus eden ve onları besleyebilen pragmatik düşleyenler ve eylem filozoflarını göreceğiz.
Dünya, politika ve iş dünyasında fayda sağlayabilecek bir yaklaşıma sahip, yeterli, verimli, dürüst ya da tek bir kelime ile ifade edecek olursak ‘Bütünlüğü’ olan bu kadın ve erkeklere, vizyonu olan liderlere ve pragmatik düşleyenlere ihtiyaç duymaktadır. Onlarsız hiçbir gelişme mümkün değildir. Eğer üniversiteler onları hazırlamazsa ve hatta bu kişileri hiç düşünmezlerse, bu konuda sorumluluğu kim alacak?
Kurumsal Uzun Ömürlülük
Bütün dünyada şirketler genç yaşta ölüyor. Ortalama yaşam süreleri 12 ile 14 yılı aşmıyor. En büyük kuruluşlar bile çok ender olarak 40.yılını kutluyor. Kurucularının felsefesi, başta verdikleri aydınlatıcı rehberlikleri yaşam sürelerinin uzunluğuna karar veriyor. Uzun hayat sonsuzluğun atomlarında gömülüdür. Ölümsüz bir şirket sadece ölümsüz bir kurucu tarafından yaratılabilir.
Yakın zamanda 2800. yılını kutlayan, sonsuz şehir olarak bilinen Roma, kurucusunun referansı ve onun ölümsüz Oluş’unun özellikleri olmasaydı, bugün uzun soluklu bir kuruluşun örneği olarak açıklanamazdı. Bir diğer kurum ise Katolik kilisesidir, dünyanın en büyük ve en uzun yaşayan çok uluslularından biridir, ölümsüz bir kurucusu olduğu düşünülecek olursa bu bir tesadüf değildir. Başarılı ve uzun ömürlü bir şirketin arkasında her zaman prensipler ve eylem filozofunun, pragmatik bir düşleyenin fikirleri vardır.
Bir şirketin görünür varlıkları sayılan binaları, araçları ve makineleri, ofisleri ve depoları arkasında; işçiler ordusunun ve çalışanların, müdürlerin, tedarikçilerin ve her çeşit hissedarların ardında istisnasız, bir insan, bir birey ve onun düşü vardır.
Ne zaman ki kurucu artık orada değilse ve mirasını devam ettirecek kimse yoksa, o zaman onun felsefesi de kurumaya yüz tutar ve şirket ölmeye başlar.
Köklerin Unutulması
Kuruluşlar özlerini unuturlar ve onları var eden düşü kaybederek ya ölür ya da oldukça zorluklarla ayakta kalırlar.
Bir tarihte Budapeşte’de her yıl bir Avrupa başkentinde düzenlenen, yöneticilerin, müşterilerin ve tedarikçilerin 2 gün boyunca birarada kaldığı “Canon Konçertosu”na konuk konuşmacı olarak davet edilmiştim. Bin kişinin üzerindeki Avrupalı Canon yöneticilerine konuşmamı sunarken, kurucularının şirketi yaklaşık 80 yıl önce 1933’te kurduğunda teknolojilerinin insanların yararına kullanılmasını ve asla silah veya savaş unsurları için kullanılmayacağını vasiyet eden bir doktor, hayırsever ve koyu bir Budist olduğu hakkında herhangi bir şey hatırlamadıklarını ve hatta Canon isminin Merhamet Tanrıçası Kwanon’dan geldiğini dahi bilmediklerini büyük bir şaşkınlıkla farkettim.
Bir diğer sansasyonel olay, dünyanın en eski süregelen aile firması Japon Kongo Gumi’in misyonuna ihanet etmesi ve kurucu atalarının yol gösterici prensiplerinden ve şirket felsefesinden sapmasıyla 1400 yıldan sonra yok olmasıdır. Japon tapınak inşaatçısı olan Kongo Gumi’nin, kurucuların torunlarıyla birlikte 578’den beri yürütülen bu etkileyici gidişatı yapı işlerinde tapınak yerine apartmanlar inşa edilmesi kararıyla 2006 yılında son buldu.
Bu örnekle, vizyonda ve şirket köklerindeki bazı konularda değişiklik yapılmaması gerektiğini savunmuyorum. Bir kurum kökten ve derinden değiştirilebilir ve hatta yeniden de icat edilebilir; tabii eğer bu değişiklik gerçek bir lider tarafından yapılırsa..
Temenos: Bir Başarı Öyküsü
Temenos’un kurucusu ve Başkanı olan George Koukis, kendi kendini yetiştirmiş bir adamdır.
Batmakta olan küçük bir firmayı satın alarak ve risk sermayesi ile TEMENOS’u yaratır. 20 yıldan az bir sürede, kendisinin liderliğinde, TEMENOS 0 ciro ile, 2 ofis ve 34 çalışanından 5.000 çalışan ve 5 kıtada yürütülen faaliyetleriyle dünyada ilk sıralarda yer alan Bankacılık yazılım şirketi olmuş ve Kurumsal Yönetimler listesinde ise ilk beş şirket arasında yerini almıştır.
Eğer bir gün onunla karşılaşma şansınız olursa, ceketinin yakasına bakın, orada girişimci felsefesinin bir ipucunu ve başarısının sırrını göreceksiniz: altından yapılmış anahtar şeklinde yaka iğnesi. “Biz, kanımca başarımızın da özü olan insanı, piramidin en üstüne koyan bir kültür geliştirdik. Temenos’ta herkeste, “insanların anahtar olduğunu” hatırlatan bu altın yaka iğnesi vardır. Bu ilke, ne zaman ki doğrulukla uygulanırsa, en güçlü kavramdır. Tıpkı durdurulamayan bir deprem dalgası gibi.”
Temenos’un organizasyonel piramidi liderinin felsefesine bağlıdır. Tüm gerçek şirket liderlerinde olduğu gibi, George Koukis’in imajını ve kişisel kaderini, organizasyonuna ve çalışanlarına altın bir iplik bağlar. “Hiç bir zaman hasta olmam, hastalanmaya vaktim yok” en önemli cümlelerinden biridir. Bu cümle girişimcinin fiziksel sağlığı konusu ile beraber aynı anda oluşan ekonomisini ortaya koyar tıpkı eski hükümdarlar için öne sürüldüğü gibi;
Kral ülkedir ve ülke de kral.
Kral ne zaman hastalanırsa, Ülke de hastadır.
Vizyoner Liderlere Evrensel bir Okul
Tek bir insan fark yaratır. Her zaman..
Bir kurum için ve bir ülke için; kazanmak ve kaybetmek, ilerlemek ve çürümek, özgür olmak ve köle olmak, sağ kalmak ve yok olmak arasındaki çizgi hep düşü olan bir insan ve büyüklük hissi olan vizyoner bir lider tarafından oluşturulur. Dünya bu özel bireylere ihtiyaç duyar. Bu kişiler ekonomik büyüme ve insan gelişimi için gerekli en stratejik kaynaklardır.. Bu hazırlık bireysel dikkat gerektirir. Geleneksel okullar ve kitle üniversiteleri bunu yapamaz.
Bunları uygulayabilmek için özel okullar yaratmalıyız. Eğer bu kişileri “üretebilirsek” yoksulluk hastalığından kirliliğe, çatışmalara ve suçlara kadar gezegenimizin bütün problemlerini çözeriz.
Bilinçlice, kusursuz liderler ve pragmatik düşleyenler yaratmak tüm zamanların en büyük bilimsel keşfi olacaktır.
Bu düşünceyle, Istanbul Forum 2009’da, Türkiye için ayrıcalıklı vizyoner liderler yetiştirmek için tasarlanan Future Leaders for The World Programını duyurmuştum. Bu programın düzeni, ne hazır hüküm ve inançlardan oluşan bir bilgi paketini aktarmak ne de herkes için eşit olan dışarıdan empoze edilen kitaba dayalı bir bilgi vermektir. Öğrencilerin fikirlerini beslediği, 6.duyu olan sezgi ve 7.duyu olan düşlemeyi geliştiren bu eğitim Italyan Rönesansının dahilik ve mükemmellikle yarattığı Floransa’da verilmektedir. İlk mezunlarımız orada, kendi iç sınırlarının üstesinden gelmeyi, bağımsız düşünceyi geliştirmeyi, özgürlük ve mükemmellik için gerçek bir tutku duymayı öğrendiler. Sanat, müzik, tiyatro, felsefe, ekonomik fikirler, yaratıcılık psikolojisi; gerçeği arayış vizyonlarını genişletmeleri ve içsel donanımları ile vizyoner bir liderin fikir ve değerlerine ışık tutan araçları oldu.
6 Ocak’ta George ile birlikte Türkiye’nin ilk FLW mezunlarına sertifikalarını verdik. Sırada hazırlanmakta olduğumuz Yunanistan ve hemen ardından Almanya ve Arjantin’deki FLW programlarımız var.
Projedeki bir sonraki adım, FLW projesini ulusal bir burs programından en iddialı insansever bir proje haline getirip geliştirebilmektir ki bu: Medeniyetimizin gerçek problemiyle – Kendisini kendi gerçekliğinin farkına varmaya adayan, cesur fikirleri tasavvur etme yeteneğine sahip kadın ve erkeklerin eksikliği – yüzleşen evrensel bir okul yaratmak projesidir.
Bu kişiler bir ulusun gerçek zenginliğidir. Onlarsız bir kalkınma imkansızdır.
Prof. Stefano D’Anna
Tempo Şubat 2011