Icarus’un Yolu
İnsanlığın içinde bulunduğu sorunlar çözülmek bir yana daha da acil çözüm bekler hale gelmiştir. Hatta dünyadaki kıtlık sorunu daha da kötüye gitmektedir. En gelişmiş araçlar ve tekniklere sahip olmamıza rağmen, çelişkili olarak, üçüncü dünya ülkeleri için ürettiğimiz yiyecek miktarı 40 yıl öncesine göre daha azdır. Daedalus efsanesinde kişinin kendi yarattığı hapishane durumundan tek mümkün çıkış yolu gösterilmektedir. Çözüm problemin yukarıdan görünüşüdür. Diğer bir deyişle, Ikarus’un Metodu. Minos kapattı tüm kapılarımızı Gel gelelim, kapatamadı gökyüzünü
İnsanın kendi yarattığı hapishanesi
Daedalus’un efsanesi, insanın kendi yarattığı labirentte hapsolmasını anlatan, medeniyetin hatırlayabildiği en eski efsanedir. Bu efsanenin çıkış noktası, zamanın sisleri arasında kaybolmuş durumdadır. Batı kültüründe, kendi durumumuza daha güzel şekilde ayna tutan başka bir fikirsel prototip bulunmamaktadır. İnsanoğlu bir labirentte hapsedilmiş durumdadır. Hatırlanamayacak kadar uzun bir süredir bu tekrarlar hapishanesinde giderek güçten düşmekte, yüzyıllardır süregelen problemlerine tek bir çözüm dahi bulamamaktadır. Yüzleşmek zorunda olduğumuz afetler ve küresel sorunlar sayısız ve vahimdir: gezegenin kirletilmesinden ülkelerin yoksulluğuna kadar; her yedi saniyede bir çocuğun açlıktan ölmesinden binlerce çatışmaya, ülkeler ve farklı etnik gruplar arası nefrete kadar… Görünüşe göre, insanın sorunlu gerçekliğinin en önemli özelliği problemlerinin çözümsüz görünmesidir. İnsanlar, yönetimler, medeniyetler bu labirentten çıkış yolunu bilmek, Ariadne’nin ipine ve İkarus’un kanatlarına sahip olmak istemektedirler. Liderlik ve karar verme süreci çalışmaları üzerine yürütülen araştırmalar etrafında, insanlığın problemlerinin neden bugüne kadar çözülememiş olduğunu ve ayrıca zaman içerisinde neden bu kadar ciddi bir hal aldığını açıklamaya çalıştım. Dünyadaki kıtlık bile daha da kötüye gitmektedir. En ileri araç ve tekniklere sahip olmamıza rağmen, çelişkili olarak, şu an üçüncü dünya ülkeleri için ürettiğimiz gıda miktarı kırk yıl öncekinden daha azdır. Binlerce yıldır sorunlarımızı başka bir yere kaydırıyoruz veya başka bir zamana erteliyoruz ve bunun adına da çözüm diyoruz. Sadece ellerimize güvenebildiğimiz Taş Devri’nde yetersiz olan bizler, nükleer enerjiye ve internete sahip olduğumuz bu dijital çağda dahi öyleyiz. Artık bu güçsüzlüğümüzün sebebini belirlemenin zamanı geldi.
Sorunun yukarıdan görünüşü
Sıradan vizyonumuzun üstüne yükselerek çıkabilseydik; çözümün sorundan ayrı olmadığını fark edecektik. Problem ve çözümün zıt olması bir yana, aynı gerçekliğin iki farklı yüzüdür. İkisi aynı şeydir. Tek fark, bulundukları seviyedir.
Çözüm, sorunun yukarıdan görünen halinden başka bir şey değildir.
İşte bu vizyon, lideri sıradan insandan farklı kılan özelliktir. Bu keşfin yeni nesil liderlerin, vizyon sahibi insanların, pragmatik düşler kurabilen ve dışarıda aranacak çözümlere değil de kendi kabiliyetlerine inanan insanların yetiştirilmesinde muazzam bir uygulama değerine sahip olduğu her geçen gün daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır. ‘Yolu yaratan şey sizin vizyonunuzdur, hızınızdır. Lider yön seçmeye ihtiyaç duymaz, çünkü o yönün ta kendisidir; dışa doğru açılarak genişleyen ve gerçeklik dediğimiz dünyanın şekline bürünen Düş’ün yaratıcısıdır’. (Tanrılar Okulu kitabından) Bu insanlar bilirler ki, başkalarının genelde sorun olarak adlandırdığı şey, gerçekte kılık değiştirmiş çözümlerdir. Her zaman bir çözüm vardır, çözüm sorunla birlikte gelir, bir tek lider kendi üzerinde çalışarak, sıradan insanın problem olarak gördüğü yerde çözümü ortaya çıkarır.
Godot’yu beklerken
İnsan kendi dışında araştırma yapmaktadır. Ömrü boyunca etrafta koşuşturmakta ve zaman içerisinde yine problemlere dönüşen ve bitmek tükenmek bilmeyen bir kısır döngüyü oluşturan dış çözümleri takip ederken nefes nefese kalmaktadır. Mutsuz bir kaderi değiştirmek için, kendimizin dışında hiçbir şey olmadığını ve hiç kimsenin bizi kurtaramayacağını asla bilemeyeceğiz. Samuel Beckett’ın trajik komedisindeki karakterler misali, çözümün kendimizde olduğunu asla fark etmeden, sorunlarımızı dışarıdan çözecek bir dış gücün – deus ex machina - varlığına inanarak, sonsuza dek “Godot’u bekliyor” olacağız. Kendi salgı bezlerinden salgılandığının farkına varmadan, onları kendinden geçiren, misk kokusunun peşinde koşan rengeyikleri gibi biz de çözümün kendimizde olduğunu keşfedemeden onu dışarıda aramaktayız. İnsan, ömrü boyunca özgürlüğü, mutluluğu ve sevgiyi kendisinin dışında arar. Ancak “savurgan oğlun” yolculuğu, öz bütünlüğüne, oluşunun birliğine geri dönen insanın içsel macerasıdır.
İnsan durup dinlenmeksizin bütünlüğünü, tam olma halini ve içsel birliğini yeniden kazanmak için uğraşır.
Ancak görünüşe göre hiçbir şey onun Kayıp Cennetini geri getirememektedir. “Dışarıdan gelecek hiçbir yardım yok. Dışarıda hiçbirşey yok. Senin dışında, bilinen veya bilinmeyen, doğal veya doğaüstü, sorunlarını çözebilecek ve kaderini etkileyebilecek hiçbir güç yoktur. Yalnızca kendinle karşılaşmaktasın.”
Karar alma sanatı
Tüm kuruluşlar ve özellikle de şirketler, yaşamlarını sorunlar okyanusunun dalgaları tarafından dövülen gemiler gibi sürdürmektedir. Yaşamları, çöküşlerini ve sonunda ölümlerini getirecek son kriz gelene kadar aralıklarla elde edilen başarılar dizisinden ibarettir ki aslında başarı gibi görünen şey krizlerin atlatılmasından ve günün kurtarılmasından başka bir şey değildir. Bu kırılganlıklarının ve korunmasızlıklarının farkında olan kuruluşlar sürekli olarak çözümler aramakta ve farklı koşullar altında doğru kararlar almanın en iyi yollarını araştırmaktadırlar. Karar almak gerektiğinde izlenecek temel esaslara ihtiyaç duyulması nedeniyle karar alma ve problem çözme teknikleri ile bitmek tükenmek bilmeyen belirsizliklerle çevrelenmiş bu yorucu ve stresli durumu yatıştıracak ritüeller geliştirilmiştir. Karar almayı, ilgili müfredat, kitaplar ve sınavlar ile öğretmeyen tek bir yönetici eğitimi programı, yüksek lisans ve hatta işletme sertifika programı dahi bulunmamaktadır. Bu kursların amacı, yöneticiyi olası çözümleri teşhis etmesini ve dezavantajları, sınırları, güçlü ve zayıf yönlerini tartabilmesini mümkün kılacak çeşitli tekniklerle donatmaktır. Bir lider her zaman uyanık ve tetikte durmak ve iç durumlarının tamamen farkında olmak suretiyle yaşadığı dünyayı istediği şekle dönüştürmekte ve istediği gibi bir dünya yaratmaktadır. “İç koşullarınızı değiştirmeden dış koşullarınızı değiştiremezsiniz.”
Sezgi, Karar alma içgüdüsü
En üstte Harvard’dan başlayarak, Amerika’nın en iyi üniversitelerinden, İngiltere’nin Russel Group’a bağlı en asil on sekiz üniversitesine kadar dünyanın dört bir yanındaki akademik ve bilimsel çevrelerde hakim olan inanç, çözümün bizim dışımızda olduğudur. Eğer meseleyi nasıl ele alacağımızı bilebilirsek ve doğru tekniklere sahip olursak hepimiz çıkış yolunu, çözümü bulabiliriz; karar alıcı kişi, bir lider olabiliriz. Tüm olası çözümler arasında doğru çözümü seçmek şeklindeki bu inanç ne kadar yanlış ise en az o kadar inkar edilemez bir hal almıştır. Gerçek şu ki, fildişinden yapılma akademik kulelerimizi terk edersek ve burnumuzu dersliklerden dışarı çıkarırsak, karar alma dediğimiz eylemin modern bağlamlarda, şiddetli rekabetin arka planında tamamen farklı bir şekilde cereyan ettiğini görürüz. Bir çalışanın inisiyatifine bırakılabilecek basitlikteki sorunlarla ilgili rutin kararlar haricinde, daha geniş kapsamlı ve karmaşık sorunlar için, ve genel olarak büyük çok uluslu şirketler gibi değişkenlerin sayısız olduğu karmaşık sistemlerle ilgili karar alma süreçleri için tek çözüm sezgidir. Aslında Business 2.0 dergisi geçtiğimiz günlerde bu konu ile ilgili bir makaleyi Sezgilerinizle Düşünün başlığıyla yayımlamıştır. Yöneticilerin ‘sezgileri’ ile düşünmeye davet edilmesi, liderliğe bakışımızdaki ve sorumluluk üstlenecek yönetici sınıfın, karar alıcı aristokrat kesiminin yetiştirilmesinde yaşanan devrimi ilan etmektedir. Ve dünyadaki tüm üniversiteler “problem çözme” ile ilgili olarak özünde entelektüel egzersizden öteye geçmeyen tekniklere ve zihinsel yaklaşımlara inanadursun… karar alıcı kişiler ve pragmatik vizyonerler yetiştirme kabiliyetine ve kapasitesine sahip, kalp zekası ve yeni duygular ile, altıncı hisle, içsel seziş ile ve yedinci his olan ‘düş kurma’ yetisi ile donatılmış yeni Oluş okulları ve üniversiteleri kurmak gerekmektedir. “En yükseğe doğru yönelmiş ve kendi gelişimini kusursuz bir şekilde hedeflemiş olan insan, görünüşte hiçbir çıkış yolu olmayan durumlar için çözümler bulabilir, olumsuzlukları üstün bir düzendeki olaylara dönüştürebilir’.
Washington’un kararı
1776’nın sonlarına doğru, New York’un terk edilmesine paralel olarak Harlem Heights, White Planes gibi bir dizi çatışma ile yıpranmış halde olan Amerikan ordusu başıboş, tükenmiş ve her şeyinden mahrum kalmış bir haldedir. Peşlerinde ise dinlenmiş ve donanımlı durumda tam 20.000 ‘kırmızı ceketli’ onları takip etmektedir. Washington güneye, New Jersey’e doğru kaçmaya çalışır. Tek isteği düşmanın eline geçmeleri durumunda asılacak ya da asi olarak idam edilecek genç askerlerini kurtarmaktır. Zira İngilizler, Washington ve askerlerini resmi olarak düşman statüsünde görmedikleri için esir almak gibi bir uygulamaları da yoktur. Washington, Noel arifesinde Delaware nehrinin kıyısına ulaşır. Nehrin tamamen donmamasını ve bu sayede kendilerini izleyenlerin nehri hemen geçemeyip biraz da olsa yavaşlamalarını umarak, bulabildiği tüm tekne ve sandalları ele geçirir ve nehri geçer. Tüm askerlerini karşıya geçirmeyi başarır, ancak karşı kıyıya geçer geçmez kötü haber gelir: Hala vatanseverlerin elinde olan son istihkamlardan olan Trenton, İngilizlere hizmet eden Alman paralı askerlerden oluşan ordu tarafından ele geçirilmiştir. Beş yüz vatansever bu baskında infaz edilmiştir. Bu noktada, akılcı olmakla uzaktan yakından alakası olmayan ve tarihe geçecek olan bir karar ile, George Washington nehri yeniden geçer ve Noel günü Trenton’a saldırır. Trenton’un ele geçirilmesi yalnızca bir saat sürer ve silah kullanılmadan gerçekleştirilir; zira cephaneleri yoktur. İşte bu olay, sonradan ‘Noel Seferberliği’ olarak adlandırılan ve ‘Yorktown Zaferi’nin kazanılmasına ve Amerika Birleşik Devletleri’nin doğuşuna kadar savaşın kaderini tersyüz eden olaylar dizisinin başlangıcı olmuştur.
Oluşumuzdaki değişim tüm çözümlerden önce gelir
Kendi içindeki, varlığındaki en küçük bir yükselişi isteyerek ortaya çıkarmanın yolunu bilen insan, dağları yerinden oynatabilir ve dış dünyaya kendisini bir dev gibi yansıtır. Oluşumuza, düşüncelerimizin kalitesine, hissediş biçimimize müdahale ederek, bazılarını aç bırakırken bazılarını beslemek suretiyle duygularımıza sınır getirerek, sadece doğal yeteneğimizi ve dolayısıyla dış dünyadan gelen olaylara tepki veriş biçimimizi değiştirmekle kalmaz; fakat aynı zamanda günbegün birbirini izleyen olayların doğasını da değiştiririz. Yalnızca, her şeyini kaybetme pahasına bahse girebilen bir kişi, yani soran, tüm gücüyle değişmeye çalışan ve bunu “isteyen” biri başarabilir. Sıradan insanların gözünde aşırı atılgan, yüksek risk altında yaşayan, hatta bilinçsiz bir kişi gibi görünse bile, bütünlük ve sadeliğin yönlendirdiği bir kişiye sürekli olarak bir ‘kurtuluş duygusu’ eşlik eder. Aslında hiçbir şeyi riske atmadığını bir tek o bilmektedir. İş hayatındaki en korkutucu girişimlerde, bu doğruluğa sahip olan kişiye hiçbir şey saldıramaz ve o başarısız olamaz. Dokunduğu her şey zenginleşir ve çoğalır. Her koşulda, hatta en umutsuz durumlarda bile her zaman çözüm bulur. Olaylar ve koşullar onu hep haklı çıkarır, çünkü ‘o’, kendisi çözümdür.
Karar vermek
‘Karar vermek’ sözcüğünün etimolojisinde bile gizemli bir şeyler vardır. Düşmek, yere serilmek anlamına gelen caedere kökünü veya “yok etmek” anlamına gelencida kelimesini ele alacak olursak, karar almak olgusundaki kulağa korkunç gelen uyarıyı duyabiliriz. En asil yeteneğimiz olduğunu söylemekten gurur duyduğumuz, hür irademize ayrılmaz bağlarla bağlı olan bu özelliğimiz gerçekte düşüşümüzü ve yok oluşumuzu saklamaktadır. En yaygın ön yargılardan bir tanesi ve hatta genel dünya tanımının üzerine bina edildiği ana kiriş, değerlendirmek, okumak ve tartmak için gerekli bilgilere ve tüm karar verme tekniklerine sahip olmamız şartıyla her birimizin objektif kararlar alabileceği düşüncesidir. Aslına bakarsanız kararlar ve karar verme süreci ile ilgili olarak keşfedilecek en sıra dışı şey, mutlak olarak iyi, objektif ya da geçerli karar diye bir şeyin hiçbir zaman var olmadığıdır. Çözümler ancak onları ortaya koyan bireyler kadar iyi olabilir. Hint Adalarına giden yolu bulduğundan emin bir şekilde son nefesini veren Christopher Columbus dünyanın en büyük ve muhteşem hesaplama yanlışlığının kesinliği tarafından desteklenmiş olmasaydı, Amerika bugün burada olmayacak ve yüzyıllar boyunca da varlığını hayal etmek dahi mümkün olmayacaktı. İngilizce’de “American Indian” olarak adlandırılan Kızılderililer, bu hatalı kesinliğin mirasını bugün bile hala isimlerinde saklamaktadırlar. Olaylar dünyasında, zıtlıklar diyarında, çözümlerle karşılaşamazsınız. Çözümler, sorunlar ile aynı düzlemde bulunmazlar.
Çözümler zamanda değil, yukarıdan ve an’da gelir!
Çözümler dünyasına nasıl adım atacağımızı bilmek zorundayız. Oluşunuzu yükselttiğinizde, size daha önce bulanık görünen her şey bir anda netleşir; aşılmaz dağlar gibi görünen sorunların aslında üstüne basılıp aşılabilecek ve sizi sonraki adıma götürebilecek küçük tümseklerden başka bir şey olmadıkları gerçeği ortaya çıkar.
İçinde çözüm ol! Bunun dışında ne düzeltilecek bir sorun ne de kendini savunmanı gerektirecek bir hain ya da savaşılacak bir düşman vardır. Dünyaya bir cevap verebilmen için, çözümün ta kendisine dönüşmen gerekmektedir… Samimiyete, sadeliğe ve varlığının hafifliğine adım at…. ‘Oyunu’ yukarıdan görebilirsen, bütünlük sahibi bir insan ve gerçek bir lider için çözümün daima sorundan önce geldiğini keşfedeceksin. Zor durumlarla karşılaştığında, ellerini ovuşturup keyif al, zira tam da bu nedenle buradasın. Ufukta bir problem göründüğünde kendine söyleyeceğin şey şu olmalıdır: “Seni bekliyordum. Tüm hayatım boyunca senin için hazırlandım”. Şunun farkına varmalıyız ki, her insan, olayları istediği yöne döndürme gücünü kendi özünde barındırmaktadır.