Korkularından Arın
Korku kapıyı çaldı.
Cesaret açtı.
Kapıda kimse yoktu.
Endişe ve korku üzerine, bağımlı bir yaşamdan başka hiçbir şey kurulamaz. Dışarıda korkacağımız bir düşman, bize zarar verecek hiçbir kötülük olmadığını fark ettiğinizde; korkulacak hiçbir şey olmadığını fark ettiğinizde korku kaybolur ve özgürlük dizginleri eline alır.
Yıllardır korkuyu, olumsuz duyguların çıkış noktası olarak ele alarak, üzerine araştırmalar yapıyorum: insanlığın damarlarında akan ve doğumundan itibaren insanlığı felç eden bir uyuşturucu. Korku konusunu üst düzey yöneticilerle ve kurumsal liderlerle düzenlediğim seminerlerimde ana konu olarak masaya yatırdım ve insanlığın psikolojik kirlenmesi ve liderlik ile ilgili araştırmamın ana unsuru olarak korku üzerine pek çok yazı yazdım. Hayatımda ilk defa bilinçli bir şekilde korkaklığı Oluş’undan söküp atmış olan ve hatta bu büyük adımı, iş ve özel hayatının başarısının sırrı olarak gören bir insanla karşılaşmıştım. Tanrılar Okulu kitabımda, gerçek hayatta rastlanmayacak bir karakter, bilinçli bir şekilde korkaklığı ve her türlü olumsuz duyguyu Oluş’undan söküp atmanın yolunu gösteren ve bu büyük adımı, iş ve özel hayatının başarısının sırrı olarak gören Dreamer adı altında tanımlanmış hayali bir varlık, doğaüstü bir insan yarattım.
Bir kişi kendi üzerinde gösterdiği hararetli ve ısrarcı gayretler ile yaptığı yorucu çalışmalar sonucunda, korkunun aslında hiç varolmadığını keşfedebilir. O, sadece bir hayal ürününden ibarettir – der Dreamer.
İki İnsan türü
Sıradan insanlar için zihinsel panik bir hayal ürünü olabilir, fakat bugün hala insanlığın mevcudiyetinin acımasızca itici gücüdür. Kitabımda, korkunun teorisini adeta zihinsel bir sınır, dev bir uçurum gibi insanoğlunun iki farklı türünü birbirinden ayırdığı konusundaki teorimi açıkça paylaştım. Bir tarafta, “memur zihniyeti”nde olan, kurumların ihtiyaçlarını karşılamak için çalışan ve bağımlılığın ızdırabına katlanabilmek için kendilerini uyuşturma konusunda eğitilmiş bir çalışanlar ordusu ve çizginin diğer tarafında ise, risk almaktan çekinmeyen, altıncı his olan hayal gücü ve düşlerine sarsılmaz bir güvenle inanma gücüyle düşlemek olan yedinci hissi geliştirmiş bir grup cesur adam ve kadın yer alır. Mütemadiyen bağlılıkları sayesinde, bu küçük grup, imkansızı imkanlıya, düşleri gerçeğe dönüştürüyor. Girişimciler, eylem filozofları ve vizyon sahibi liderler bu grubun içinden yetişiyor. Bu iki grubun arasındaki sınırın bir adı var : Korku.
Korkusuzluğa giden yol
Bir gün mükemmel bir girişimci, yardımsever ve sıfırdan başlayıp beş kıtaya yayılmış olan endüstriyel bir imparatorluk yaratmış olan George Koukis ile tanıştım. Bu örnek durumlardan birisi olarak kendisi öne çıkınca, kendimi uzun araştırmaların ve sayısız deneyin sonunda anektod niteliğindeki teorileri ve sezgileri doğrulanarak büyük bir buluşa imza atmayı başarmış bir bilimadamı gibi hissetmiştim. Sonrasında, onun korkusuzluğa ve bütünlüğe uzanan bir yol olan sıradışı yaşam hikayesini anlatan son kitabım, “A Dream for the World” ‘ü kaleme aldım. Onu okurken, dikkatiniz ve ilginiz karşı koyulamaz bir şekilde endişe ve korku üzerine, bağımlı bir yaşamdan başka hiçbir şey kurulamayacağı fikrine doğru çekilecek. Onlar yalnızca insanlara değil, aynı zamanda kurumlara da zarar veren faktörlerdir. Korku içindeki bir liderin hamlelerinin bir şirketi finansal darboğaza ve hatta iflasa kadar sürükleyebileceğini keşfetmek çok ilginizi çekecek.
Nitekim, başarılı bir kurumsal lider, hayatının belli bir noktasında, korkuyla yüzleşmiş ve onu psikolojisinden uzaklaştırmış bir bireydir.
Korkaklık ve belirsizlik, büyüyen ve gelişen bir ekonominin düşmanları olarak ele alındığında, onlar, şirketlerinde, çalışanlarının kalplerindeki ve zihinlerindeki sinirsel endişeyi ve belirsizliği bertaraf edebilmişlerdir.
Bu başarıyı elde edebilmek için, George çalışanlarına kesin bir talimat vermişti: “Her şey yolunda gittiğinde ve başarılı olunduğunda başarıyı üstlenin. Fakat eğer müşterinin önünde bir şeyler yolunda gitmezse, suçu benim üzerime atın ve onlara şöyle söyleyin: ‘Bu Bay Koukis’in hatası, ben onun talimatlarını yerine getirdim.’”
Korku bir Hayal’dir
İnsanoğlu kaderini değiştirmek için düşünme şeklinde devrim yapmalıdır. İkinci el fikirleri ve inançları terk etmelidir. Korkuyu ve olumsuz duygularının kökünü tamamen kurutmalıdır. Hayal gücünü, korkunun zorbalığından özgürleştirmelidir. Ancak o zaman, kabusları son bulacak ve yarattıkları karşı ütopya tarihe karışacaktır.
İnsanoğlunun psikolojisindeki korkunun kökünü kurutabilmemiz karşısında, medeniyetimizin ve gezegenimizdeki hayatın değişiminin ne kadar çarpıcı olacağını hayal etmek imkansızdır. Savaşların ve çatışmaların, hepsi olmasa bile, kötülüklerin çoğunun iyileştirildiği bir dünya olurdu. Bireysel ve sosyal hayatımızın esası olmasına rağmen, insan psikolojisinin bu dominant halini şimdiye kadar hiçbir okul, üniversite programı veya mentor ele almamıştır, bize ondan nasıl kurtulacağımızı ve onsuz nasıl yaşayacağımızı öğretmemiştir. Benim teklifim, genel kamu binalarını ve çalışma yerlerini şu kısa ve öz sözle donatmak olurdu : “Korku, hayaldir” . Buradaki amaç, insanları ve özellikle gençleri korkusuzluğa giden dar, az tercih edilen yola doğru ilk birkaç adımı atmaları adına uyarmak için sürekli bir hatırlatıcıya sahip olmak olurdu. Yapılan aralıksız zorlu çalışmalar ve başvurduğu acımasız bir dürüstlüğün yardımıyla, bazı insanlar bütün korkuların aslında sadece hayali olduğununu keşfetme noktasına gelebiliyorlardı. Nitekim, insanlar bütün varoluşlarını korkularının dondurucu bir endişe denizinin içine batmış olarak, imkansız veya olası olumsuz olayların endişeli beklentisi içinde yaşıyorlar fakat çok nadir olarak gerçek bir tehlikeye ilişkin fiziksel olarak somut bir korkuyu deneyimliyorlar.
Kişinin kendi korkusunu yakalaması
Araştırmasında ısrarcı olan ve kaynağına inmeye cesareti olan bir insan, hayali olmasına rağmen korkunun bütün yaşamını ve yaptığı her şeyi yönettiğini keşfedecektir, aynı şekilde yapmadığı her şeyin de onu uyutmayan kabusları tarafından dikte edildiğini fark edecektir. Fikirlerini takip etmeyen bir insan hiçbir zaman bir girişimci olmayacaktır. Hiçbir zaman kendisine inanma gücü olmayacaktır. Hiçbir zaman düşlemeye bile cesaret edemeyecektir. Onu geride tutan tek şey; korkusudur. Korku, onun hayatı boyunca bağımlı olmasına, maaşlı bir işin aldatıcı konforunun peşinde koşmasına ve bir sonraki ayın maaşından başka hiçbir şeyin beklentisinde olmamasına sebep olacaktır.
Şayet bu birey, içsel bir çalkantı yaşarken, keşfini daha da ileriye götürürse, hayat arkadaşının bile kendisi tarafından değil, korkusu tarafından seçildiğini fark edebilir. Okuduğu alanları, kurduğu aileyi, sahip olduğu çocukları ve hatta kendini içinde bulduğu profesyonel kariyerini veya yaptığı işi bile dünyanın kendi korkusu tarafından çarpıtılmış prensipleri doğrultusunda seçmiş olduğunu keşfedebilir.
Lider olmaya karşı Koyun gibi sürüden biri olmak
Sadece oluşunun en içsel, samimi kısmına erişmeye cesareti olan ve sebat eden bir birey, bir daha asla korku tarafından yönlendirilmeyeceğine ve bu ölümcül ağırlığı üzerinden atmak için altına girmesi gereken üstesinden gelinemez çabayı göstereceğine dair imkansız sözü kendi kendine verebilir. Bu sözü tutmak, Caesar’ın geçilmesi yasaklanmış olan Rubicon Nehri’ni geçerken gösterdiği cesarete veya George Washington’ın kara kışta Trenton’a askeri adımlarla girmek için buzlu Delaware Nehri’ni tekrar geçerken sahip olduğu sorumluluk ve azme sahip olmayı gerektirir. Bu, liderlik ve “koyun olmak” arasındaki göz korkutan çizgiyi aşarak, sınırların ötesine geçmek anlamına gelir. Lider olmak, önder olmayı ve sorumluluk almayı gerektirirken, koyun olmak, tıpkı bir koyun gibi sorgulamadan önündekini takip etmekten ibarettir.
KORKMA
Korku ve korkudan kaynaklanan bütün duygular dünyayı bugünkü bildiğimiz şekle sokar. Dünya üzerindeki en korkunç hastalık AIDS veya kanser değildir ya da en gerçek felaketler; kirlilik, işlenen suçlar, savaşlar veya dünyanın pek çok yerinde yaşanan yoksulluk değildir. Onlar en fazla sonuçlar olarak değerlendirebilinir. Gerçek felaket, insanoğlunun olumsuz hislerinin ölçülemeyecek derecedeki uçsuz bucaksız cehennemidir, ve öncelikle Korku’sudur. Bu, Korku’nun insanoğlunun ilk günahı ve silinmez psikolojik bir hastalık olduğuna dair İncil’de geçen hadisi açıklar. Adem, cennetin şimdi kaybolmuş kapısının eşiğindeyken, ağzından çıkan ilk sözler: “Bahçede ayak seslerini duydum ve korktum” olmuştur.
Bhagavad Gita ile binlerce yıldır kuşaktan kuşağa geçen Hint Geleneği, “korkusuzluğun” bir savaşçının içinde bulunduğu hal – bir kahramanın, ilahi sırra vakıf bir insanın ilk özelliği olduğunu belirtir. Aynı şekilde, Türk İstiklal Marşı’nın şu kelime ile başlaması da tesadüf değildir : KORKMA
Ve Muhteşem Sultan Süleyman’ın babası olan Yavuz Sultan Selim ardında şu çarpıcı sözleri bıraktı:
Cesaret insanı zafere
Kararsızlık tehlikeye,
Korkaklık ölüme götürür.
Korkunun kendisi, korkulacak şeyi yaratır.
Herkes gibi, benim de korkunun dışarıdan gelen tehdit edici olaylara karşı verilen doğal bir tepki olduğuna inandığım zamanlar oldu. Fakat işin aslı böyle değil. Kendi üzerimde çalışmaya, kendimin ve diğer insanların hayat tarafından karşımıza çıkartılan çeşitli durumlardaki tepkilerini gözlemleme konusunda daha dikkatli ve tarafsız hale geldikçe, aslında korkunun mekanizmasının tam tersine işlediğini anladım. Önce korkarız, sonra da en çok korktuğumuz şey her ne ise onu yaşamımıza bilinçsizce davet ederiz. Korkunun kendisi, korkulacak şeyi yaratır ve bizim onunla karşılaşabilmemiz için gizlice plan yapar.