Prof. Stefano D'Anna Resmi Websitesi

Yeni Asır Gazetesi Stefano D’Anna Röportajı

 

537938865047

16 Haziran 2012 tarihinde yayınlanan Yeni Asır gazetesinde Stefano D’Anna röportajına yer verilmiştir.

 

Orjinal haber sayfasına bu linkten ulaşabilirsiniz:

http://www.yeniasir.com.tr/Sarmasik/2012/06/17/duslemediginiz-hicbir-sey-gerceklesmez

 

“Düşlemediğiniz hiçbir şey gerçekleşmez”

Düşleyin, düşleyin düşleyin… Öyle güzel şeyler düşleyin ki geleceğinizi de yeni bir eski geçmiş yaratmak için yaşamayın. Geleceği önce düşlerinizde şekillendirin. Prof. Stefano D’Anna bu felsefeyi öğretiyor “Tanrılar Okulu” kitabında. Hayata dair öğretilmiş pek çok şey yanlışın altını çiziyor ve onları nasıl değiştirebileceğimiz konusunda yollar gösteriyor. Öncelikli olarak kendimizi tanımamız gerektiğini bunu yaptığımızda da kişisel bir devrim gerçekleştireceğimiz belirtiyor. Ve hayatınız, hayallerinizdir diyor okuruna. Türkiye’de – tam altı yıldır -“Tanrılar Okulu” kitabı best seller olan ve dünyada milyonlarca kitabı satılan Sinyor D’Anna ile kendimizi tanıma ve değiştirme, içimizdeki “Dreamer”a ulaşma hakkında doyumsuz bir sohbet yaptım. Hayatını değiştirmek isteyenlere bir ışık olması ümidiyle…

 

Tanrılar Okulu kitabını yazmanıza giden süreçten biraz bahseder misiniz?

SD: Bu uzun bir hikaye… Çünkü bu aslında hayatımın hikayesi… Çok erken yaşlarda, yaşadıklarıma notlar almaya başladım, dolayısıyla da çok uzun yıllar öncesine dayanan bir süreç. Dreamer ile karşılaştığımda çok büyük bir değişim yaşadım, hayatım tamamen değişti diyebilirim. Böylece yeniden doğuşun getirdiği değişimi anlamamı sağlayan bilgileri hayatımın en iyi döneminde biriktirme şansını elde ettim. Yani, bu kitap, böyle bir değişime dair…Bu da, eski hayatımın, yani para kazanma kaygıları duyarak, çocuklarınızı nasıl yetiştireceğinizi düşünerek, belki boşanıp yeni bir hayat kurmayı planlayarak geçirilebilecek, gerçekte son derece sıradan bir hayatın değişmesi anlamına geliyor. Ondan sonra yeni bakış açıları, yeni fikirler geliştirdim ve böylece yepyeni bir hayatı deneyimleme şansı elde ettim. Kitabımda bahsettiğim, yeni prensiplerin var olduğu bir hayat. Kitabımda, kendini tanımanın ne demek olduğunu, yeni fikirlerin ve prensiplerin hayatınızın merkezinde yer almasına izin verdiğinizde neler olacağını anlatıyorum. Bu bir devrimdir. Milyarlarca başka insanı içermeyen kişisel bir devrim.  Kendi kişisel devriminizi yapmanız gerekiyor. Bunu yapmak için de düşünüzü değiştirmelisiniz. Çünkü hayatınız, düşünüzdür.  Düşünüzü değiştirdiğinizde hayatınızı da değiştirirsiniz. Eğer hayatınızda memnun değilseniz, siz düşünüzü değiştirin.

Kitabınız büyük ilgi gördü ve en çok satanlar arasında yer aldı.  Bu kadar popüler olmasını neye bağlıyorsunuz?

SD: Kitapta da yazdığım ve söylediğim bir şey var: Hepimiz Tanrılar Okulu ile tanışmak istiyoruz. Çünkü insanların okullarını zaten biliyoruz. İlkokul, lise, üniversite… Ama Tanrılar Okulu, size bir kahraman, bir yarı-Tanrı olmayı öğretir. Hayatınızı olağandışı bir maceraya nasıl dönüştüreceğinizi öğretir. Ortak bir kaderi paylaşmaktansa, kendi kişisel kaderinizi yaşamayı öğretir. Kitabın mesajı, zaten bir hayatınız varken neden tutup olağandışı bir hayat yaşamaya ihtiyacınız olduğu. Aslında sizin kendi hayatınız zaten olağandışı, sadece bunu keşfetmeniz gerekiyor.

Son zamanlarda çok sayıda kişisel gelişim kitabı yazılıyor.  Bu da zaman zaman maddi manevi istismarlara yol açan bir durum. Peki, okurlar sizinki gibi gerçekten rehberlik edebilecek bir kitabı diğerlerinden nasıl ayırt edebilirler?

SD: Tanrılar Okulu’nu,  bir kitapçıya gittiğinizde, kişisel gelişim kitaplar arasında değil, felsefe kitapları bölümünde görürsünüz. Nietsche’nin, Plato’nun kitaplarının yanında. Bu kitap, olağandışı olanı, olağan bir tarzda anlatıyor. Sanırım sırrı da bu. Tanrılar Okulu, bugünün dünyasında yer alıyor. Kişisel gelişim yolculuğuyla ilgili müthiş bir meydan okumayla yüzleşen günümüz insanını anlatıyor.  Bu koşullar altında kimse izole halde, mesela bir çölün ortasında yaşamıyor. Günlük hayatın olağan koşullarında, olağanüstü olana nasıl ulaşabileceğimizi sorguluyoruz. Evet, bir bakıma ben de sıradan bir hayat yaşıyorum, çalışıyorum, yöneticilik yapıyorum. Fakat aynı zamanda, İnsanı değiştirme, düşüncelerimizi ve hayallerimizi değiştirme konusunda, Madrid’den New York’a, Milano’ya kadar uzanan bir üniversite yaratabilmemizi sağlayan büyük bir istek ve tutkuya sahibiz. İnsan, çok özel bir canlı türü. Çünkü negatif düşünüyoruz, negatif hissediyoruz ve negatif hayal gücüne sahibiz. Bir kitapçıda, dünyanın geleceğini pozitif bir bakış açısıyla anlatan bir kitap ya da film arayın. Bulamazsınız, bir tane bile yoktur. Geleceğimiz için sadece felaketlerle dolu bir gezegen ve  bireye karşı, bizi tutsak eden kolektif bir toplum hayal ediyoruz. Yani, özgürlüğü hayal etmiyoruz, evrime olumlu bir açıdan bakmıyoruz. Hayal edemediğimiz hiçbir şey olamaz. Eğer uçmayı hayal etmeseydik, uçaklar var olamazdı. Çünkü önce elimizde sadece İcarus efsanesi vardı. Ondan sonra Wright Kardeşler ortaya çıktı veya bir jumbo’nun motoru yapıldı. Bunların hepsi ancak bizler hayal ettikten sonra oldu. Şimdiyse sadece olumsuz şeyler düşlüyoruz.  Hatta bunlar hayal, düş bile değil, birer kabus. Geleceğimize dair kabuslarımız var. Eğer birisi geleceği hakkında olumsuz düşünürse ne olabilir ki? Negatif düşünüyoruz ve yaşadığımız dünya da bu negatif düşüncelerin somutlaşmış hali. Bu nedenle, son dönemlerde hep bu negatif hayal gücünü bertaraf etmenin sırrını bulmaya çalıştım.

Dreamer tam olarak kimdir? Koruyucu bir melek mi yoksa sizin iç sesiniz mi? Herkesi bir Dreamer’ı var mı? Eğer varsa, kendi Dreamer’ımız ile nasıl iletişime geçebiliriz?

SD: Elbette bu felsefi bir roman. Bu nedenle, roman özelliklerinin yanında güçlü bir felsefi öğretiye de sahip. Aynı zamanda da eğlenceli çünkü ilginç. Öte yandan da bir pedagoji kitabı. Dreamer, bir öğretmen, bir okulla tanışma durumu. Derslere başladığımızda bütün bunlar dış dünyamızın parçası halinde ama zamanla o dersler bizim birer parçamız haline geliyor. Dreamer da başta dış gerçekliğin bir parçası, herkesin sahip olmak isteyeceği bir rehber.  Bilgiye ve kesinliğe sahip. Neler olacağını önceden biliyor ve ‘şu yoldan git, merak etme’ diyor. Çizmeli Kedi masalında olduğu gibi. Konuşuyor ve size kral olmanız için yol gösteriyor. ‘Merak etme, beni takip et, seni kral yapacağım’ diyen bir hayal.  Hepimiz Tanrılar Okulu’na gitmek istiyoruz ama sonra fark ediyoruz ki okul zaten hep orada, kendi içimizde bir yerde. Hepimiz aynı prensiplere sahibiz, hepimiz negatif hayal gücünün bize pozitif bir şey getirmeyeceğini anlıyoruz. Eğer olumsuz düşüncelere sahipsek, yoksulluğu hayal ediyorsak, zengin olamayız. Eğer hastalanmayı hayal edersek, sağlıklı olamayız. Hepimiz bunu kolayca anlayabiliyoruz. Sadece yolu, nasıl yapabileceğimizi bilmiyoruz. Çünkü niyet dediğimiz bir şey var. Niyet, içimizde, derinlerde var olan bir şey. Onu nasıl dışarı çıkarabileceğimizi bilmiyoruz. Bize olumsuz düşünceleri yok etmemizi söyleyen ve bizi daha büyük, daha iyi şeyler hayal etmemiz için sürekli ileri, yukarı doğru iten bir niyet.  İşte o zaman gerçeğin bize ihanet etmeyeceğini görürüz. Gerçeklik, amaçladığımız şeyleri yansıtacaktır. Ama bunun için biraz çaba göstermeye hazır olmalıyız. Ne yazık ki çok az insan bedel ödemek istiyor. Mesela formda olmak istiyorsanız, peşinen ödemeniz gereken bir bedel var; çok yememek, spor yapmak gibi önceden yapmanız gereken şeyler. Bizler, ödeme konusunda kötüyüz, peşin ödeme yapmak istemiyoruz. Önce elde etmek istiyoruz. Önce beni zengin yap, ondan sonra olumlu düşünürüm. Böyle bir şey yok… İşte, okulumuzda bizim eğitimini aldığımız şey bu. Hayatlarımızı etkileyen çok ciddi paradigmalarımız var. Bu paradigma, önce sahip olayım, sonra yapayım, ondan sonra olayım. Önce para sahibi olacağım, sonra bir sürü güzel şey yapacağım ve ondan sonra mutlu olacağım. Hayır… Önce mutlu olacaksın, sonra bir şeyler yapacaksın ve ondan sonra sahip olacaksın. Bu zihinsel bir devrimdir ve mevcut düşünce sistemini bu şekilde yıkmanın bir okulu da yoktur.

İsteme, düşle derken neyi kast ediyorsunuz? Dileklerimizi gerçekleştirme gücünün sadece bizde olduğunu mu? Tanrı ya da melek gibi bir dış gücün bizim dileklerimizi gerçekleştirmek üzere orada bir yerde olduğunu düşünmüyor musunuz?

SD: Hayır, bizim dileklerimizi gerçekleştirecek sihirli bir yol yok. Dileklerimizin ve hayallerimizin, bizim düşüncelerimizin, varlığımızın iki boyutu olduğunu anlamamız yeterli aslında. Daha büyük düşler kuramıyoruz. İnsan bir daire sahibi olmayı hayal edebilir. Eğer daha büyük bir hayal kurarsa, iki daire sahibi olmayı hayal edebilir. Daha da büyük bir hayal, 2 dairenin yanında bir de deniz kıyısında bir ev hayal edebilir. Ama Versailles Sarayını hayal edemez. Versailles, sadece bir kralın düşüdür. Eğer daha büyük düşünüz olursa, bir gün kral olmayı düşleyebilirsiniz. Bir kralın düşünü kurarsanız, krallık ta ardından gelecektir. Önce bir kral gibi hayal edin. O zaman bu hayal gerçekleşir ve kral olursunuz. İnsanlar bu yolla mesleklerinde ve hayatlarında etkin, önemli pozisyonlara sahip olurlar. Çünkü önce düşlerler. Düşlemek, karar vermek veya istemek arasında büyük fark var.  Bizler genelde asla sahip olamayacağımız bir şeyi dileriz. Yani aslında hiçbir zaman olmayacağını biliriz. Öte yandan düşlemek bir kesinliktir, kararlılıktır, inanmaktır. Hayatınızda olacağını bildiğiniz bir şeye dairdir. Bu, geleceği hatırlamaktır. Yani düşlemek kesinlik, istemek ise belirsizlik içerir. Bir şeyden emin değilsek, onu isteriz. Ama inanırsak düşleriz. Ne zaman dilediğinizi, ne zaman hayal kurduğunuzu anlamak için kendinizi dinleyin. Dilek ve istekte bulunduğunuzda, endişe ve hüzün hissedersiniz. Düşlemek ise size keyif ve hafiflik verir.

 

‘Geleceği hatırlamak’ dediniz… Gelecekle ilgili pek çok kitap ve film var. Sizce biz geleceğimizi onların bize gösterdikleri, öğrettikleri doğrultusunda mı hayal ediyoruz?

SD: Tam tersi… Filmler, bizim negatif hayal gücümüzün sonucudur. Adana Kebap yemek istemeniz gibi bir şey. O zaman bir gün kebapçı dükkanını da gider bulursunuz. Çünkü istediğiniz neyse onu bulursunuz. Olumsuz şeyler diliyoruz, negatif hayal gücümüz var ve önce bunu düzeltmemiz gerektiğini anlamalıyız. Bu kitaplar, filmler sizi negatif olmanız için besliyor, ne aradığınızı söylüyor. Tekrar ediyorum, geleceğe dair bir tek olumlu film ya da kitap yok. Neden biliyor musunuz? Çünkü eğer içinizde bir savaş varsa, dışarıda huzur bulamazsınız. Çünkü daha iyi bir dünyayı arzulayarak, kendimizde kötü olan ne varsa elimine ederek iyi bir dünyada yaşayamayız, o zaman ‘iyi’ dayanılmaz ve boştan da öte çok sıkıcı olur. Savaşın, suçun, çevre kirliliğinin olmadığı bir dünya düşleyin. Bu kimsenin yaşamak istemeyeceği, sıkıcı bir dünya olur. Bizler dünyayı olduğu gibi seviyoruz. Hazır olduğumuz dünyayı kabul edebiliyoruz. Suçun, kirliliğin, savaşın olduğu bir dünyada yaşamaya istekliyiz, kendimizi buna göre ayarlamış durumdayız. Daha iyi bir dünya için organize olmuş değiliz, bunu yapmak istemiyoruz. Birini  deniz kenarında bir şezlonga oturtun, hoş bir içki, güzel bir hava, istediği zaman yiyecek… verin. Orada ne kadar kalabilir, sanıyorsunuz? 1 gün, 5 gün. Eğer ‘sonsuza dek buradasın’ derseniz sizi öldürür. Hareket istiyorum, macera istiyorum, suç işlemek istiyorum der. Haberlere bakın, her zaman kötü şeyler görürsünüz. Eğer her zaman iyi, olumlu haberler olsaydı kimse dönüp bakmazdı, bu çok sıkıcı olurdu. Ah, şu güzel çocuğa, sevimli köpeğe bakın… Ama ya cinayetler nerede, suç nerede? Bizi heyecanlandıran şeyler bunlar. Bunun farkında olduğumuzda, değişebiliriz. Bizim iyi, dünyanın kötü olduğu düşüncesi bizi yansıtmıyor. Biz samimiyiz, dürüstüz, iyi insanlarız, aldatmak, çalmak, öfke duymak istemiyoruz. Peki neden oluyor? Çünkü suça yatkınız ve bunu henüz bilmiyoruz. Kabul etmek, kendini tanımak da acı veriyor. Kendimizi tanıdığımızda, nasıl değişeceğimize de biliriz.

Peki siz gelecek için ne hayal ediyorsunuz?

SD: Benimle hakkında röportaj yapacağınızı umduğum bir kitap daha yazdım. Kitap Türkçeye de çevrildi ve okurlarla Eylül’de buluşacak. Eğer incelemek isterseniz bunu birlikte yapabiliriz. Kitap hakkında, piyasaya çıkmadan önce konuşabilir, bazı bölümlerini birlikte okuyabiliriz. Adı ‘A Dream For the World’. Benim düşüm, dünya için bir düş. Ve dünya için tek çözüm, az sayıda insanı –binlerce değil, milyonlarca değil- sadece birkaç kişiyi bütün olarak yetiştirmek. Dürüst, samimi, zamanın veya paranın tehditlerine boyun eğmeyen. Tüm gezegende onları arayıp bulmalı ve anahtar konumlara yerleştirmeliyiz. Biz hep dünyayı, toplumu, devleti suçluyoruz, göçmenleri, doktorları suçluyoruz. Her zaman suçlayabileceğimiz birileri var.  Kaza yaptığımızda araba suçlu diyoruz, hükümet suçlu diyoruz. Hayır. Onlar sadece birer makina. Ruhları, zekaları, iradeleri yok. Nereye sürerseniz oraya giderler.  Yani eğer göçmenler, suçlular tarafından yönlendiriliyorsa,  eğer çarpışmanın direksiyonunda suçlular varsa, arabayı tekmeleyemezsiniz. Çünkü sürücü sarhoş. Dünyanın problemi bu, sarhoş sürücülerin olması.. Güç, hırs, açgözlülük sarhoşları. Bu insanlar herkese zarar veriyorlar çünkü anahtar konumundalar. Bunu değiştirmek zorundayız. Dünyadaki anahtar konumlara yerleştirmek üzere özel insanlar hazırlamalıyız çünkü ancak onlara güvenebiliriz. Bir servet sahibiyseniz, milyonlarınız varsa, çevrenizde kimi ararsınız? Güvenebileceğiniz, dürüst insanlar ararsınız. Peki neden bunu gezegenimiz için de istemiyoruz? Nerede geleceğimiz adına kritik kararların verildiği önemli bir konum varsa, orada özel insanlara ihtiyacımız var. Bu nedenle de bir doğruluk, dürüstlük, bütünlük okulu gerekiyor. Bu insanlar bize asla ihanet etmeyeceklerdir.  Çünkü onlar, herhangi bir dış etkenden çok vicdanlarının sesini dinlerler, kendilerine, en büyük değer olarak kendi dürüstlüklerine inanırlar. Eski Roma’da Cincinnatus adında biri vardı. Bu adam, çok dürüst, güçlü ve güvenilir biriydi. Roma tehlikedeyken ve sonu gelmek üzereyken, Romalılar O’na gittiler. O adam kimdi? Basit bir hayat yaşayan bir çiftçiydi. ‘Cincinnatus, sana ihtiyacımız var’ dediler. Yaptığı işi bıraktı ve onlarla birlikte gitti, Roma’yı kurtardı ve mütevazi çiftliğine geri döndü. Bu, bir Cincinnatus örneği. Bu insanlar güç, para için değil, idealleri, inandıkları şeyler ve sevgi adına savaşırlardı. Peki  bu insanlar nerede şimdi? Hangi okul onları yetiştiriyor?

Türkiye’de de bir yıldan fazladır,  bu tip güvenebileceğiniz insanlar yetiştirme hazırlıkları yapıyoruz… Bunun için bir araştırma yapmamız gerekiyor. Bu, gezegen için olabilecek en önemli bilimsel araştırmalardan biri. Sadece bir düş de değil, bunu gerçekten yapıyoruz, bu insanları yetiştiriyoruz. Az sayıda insanı. Şimdiden Türkiye’den 30 kişiyle görüştüm, daha yüzlercesi var ama çok azı seçilecek. Üniversiteyi bıraktım, artık binlerce kişi için değil sadece bu az sayıdaki insanı yetiştirmek için çalışıyorum. Onların kurtarıcılarımız olacağına inanıyorum. Tüm gezegen için akıllıca kararlar veren, güvenilir insanlar olacaklar.

Dünyanın çeşitli yerlerindeki okullarınızdan bahsettiniz. Orada ne öğretiyorsunuz? Öğrencileriniz nasıl bir donanımla mezun oluyor?

SD: Bu çok önemli bir soru çünkü Aralık 2010’da, 16 senelik yöneticilik görevinden sonra üniversiteden ayrıldım. Yılların emeğinden sonra gördüm ki biz gerçekten yetenekli, 3 dil konuşan, iş dünyasında deneyim sahibi olan mükemmel çocuklar yetiştirdik. Diğer üniversitelerle karşılaştırıldığında, üniversite seviyesinde yapabildiklerimizin en iyi göstergesi onlar. İş dünyasından, ekonomiden ve iş idareciliğinden bahsediyorum. Mesele şu ki, bu yeterli değil. Çünkü onlara iş dünyasına ve politikaya, gizli bir görev, özel bir misyon gibi yaklaşmalarını sağlayacak bir de yol haritası ve kılavuz vermek zorundayız. Bu göreve, hayatlarını adayacakları bir şey olarak bakmalılar. Sıradan insanlar bu işleri yapamaz, en önemli kararları alamaz. Benim okulum böyle insanları yetiştirmiyordu. İyi yöneticiler, şirket liderleri, iyi para kazanan ve iyi yaşayan insanlar yetiştiriyordu. Fakat aklımdaki, yeni bir insanlık için taslak oluşturmak deneylerini yapabileceğimiz o laboratuarı yaratamadık. Bütün sorunlarımızın bir tek şeyden kaynaklandığına inanıyorum. Kalbimizde bir karadelik var. İnsan kalbinde bir boşluk var ama o nedir tam olarak bilmiyoruz. Şu anda hoş bir insanla güzel bir sohbet yapıyorum ama her an bir katile dönüşebilirsiniz. İnsanların %99’u böyle bir potansiyele sahip. Mesela bir adam vardı, iyi bir büyükbabaydı, herkes zararsız biri olduğunu düşünürdü ama onu bir toplama kampına verdiklerinde canavara, düşünebildiğiniz en acımasız hayvana dönüştü. Gücü eline geçirdiğinde en korkunç suçluya dönüştü. İnsanın kalbinde ve ruhunda, çıkarıp atamadığımız, yok edemediğimiz ne var? Benim araştırdığım şey bu. Gelecek için düşüm bunu gerçekleştirmek. Bir kere başardığımızda, bu dünyamız için en büyük keşif olacak. Şöyle bir eğitim mottosu düşünün: Bir bebek kadar masum, bir tilki kadar kurnaz ol. Formül bu. Hem masum, saf ve temiz, hem de uyanık, zeki ve çevik olabilmek en ideal kombinasyon. Sadece saflık ve masumiyetle, sadece aptal azizler yaratırız. Öte yandan insanları sadece zeki, kurnaz, hırslı yetiştirerek ise suçlular yaratırız.  Mali suçlular ya da iş dünyasının çetelerini ortaya çıkartırız. Bu iki özelliğin bir arada olması gerekiyor ama bunu henüz anlayamıyoruz. Benim araştırmam işte bu. Basit, tehditlere  boyun eğmeyen, masum, iyi niyetli  ve aynı zamanda akıllı, hızlı, parlak insanlar düşlüyorum. Ne aptal   bir aziz, ne de bir gangster olmalı. Geleceğin liderleri bu ikisinin özelliklerini birleştirecekler. İşte, Dünya için bir Düş dediğim proje bu. Aynı zamanda, kimsenin dünya için bir düşü olmadığını fark ettim. Çünkü bu çok büyük bir düş. Eğer Nelson Mandela iseniz ayrılıkçılığı ortadan kaldırmayı düşleyebilirsiniz. Eğer Gandhi iseniz Hindistan’ın özgürlüğünü düşleyebilirsiniz. Eğer Martin Luther King iseniz siyahların ve beyazların aynı haklara sahip olmasını düşleyebilirsiniz. Ama Dünya için bir Düş, tüm sınırların, inançların, renklerin, coğrafyanın ötesindedir. Yeryüzünde, dünya için düş kurma özgürlüğünü ve sorumluluğunu hisseden hiç kimse yok şu anda. Olmasını istediğim şey de bu.

Zaman ayırdığınız için teşekkür ederim.